Arama Sonuçları: yasam-hakkinda

  • KAYGUSUZ ABDAL YAŞAMI HAKKINDA - (Alevi Önderi, Alevi Önderleri)

    Kaygusuz Abdal , XV. yüzyıl şairlerindendir. Yaşamı üzerine bilinenler, onun adına yazılmış bir Vilayetname’ye (Menakıb-ı Baba Kaygusuz), kendi şiirlerine dayanıyor.

    Doğum ve ölüm tarihi kesin olmamakla birlikte 1341-1444 yılları arasında yaşadığı üstünde birleşilmektedir.







    Menkıbeye göre, asıl adı Gaybî  olup Alâiye (Alanya) beyinin (Hüsâmüddin Mahmud) oğluymuş. Bir gün ava çıkmış ve bir geyiğe rastlamış. Attığı ok geyiğin koltuğuna saplanınca geyik kaçmış, o kovalamış. Abdal Musa’nın tekkesine varmışlar, geyik içeri dalmış. Gaybî de peşinden. Giriş o giriş. Abdal Musa’nın dervişi olmuş ve kırk yıl ona hizmet etmiş. Sonra da şeyhinin buyruğuyla Mısır’a giderek oradaki tekkeyi kurmuş. Şiirlerinde de Abdal Musa’ya bağlı olduğunu, şeyhinin tekkesinin Elmalı’da bulunduğunu söylemektedir. Yine kendisi Hicri 800’de (1397/98) doğduğunu belirtiyor. Bu onun Mısır’a gittiği tarih olsa gerektir. Nitekim, Kahire’de Mısır sultanı ile görüştüğü Mukattam dağındaki tekkesini 1404/1405 tarihlerinde yaptırdığı, daha sonra Hicaz’a gittiği, Bağdat, Kerbela, Musul yörelerini dolaştığı ve tekrar Elmalı’ya geldiği biliniyor. Elmalı’da çok kalmamış, Mısır’a dönerek yaşamını tekkesinde sürdürmüştür. Öldüğü yıl bilinmemekle birlikte 1424’ten sonra öldüğü sanılıyor. Kahire’deki tekkesinin yanında bulunan bir mağaraya gömülmüş. Bu nedenle Abdullah El Magarevî adıyla anıldığı söylenmektedir. Tekkesi, Bektaşilerce, Hacı Bektaş, Necef ve Kerbela tekkelerinden sonra dördüncü makam sayılmaktadır. Bektaşi meydanındaki on iki posttan biri de Kaygusuz’a aittir. Yalnız onun Bektaşilerce böylesine benimsenmesine karşın yaşadığı çağda bir Bektaşi dedesi olmadığı, Kalenderi olduğu belirtilmelidir. Onu, “bir Rum abdalı, yani Kalenderi şeyhi olarak” değerlendirmek gerekir. (Ahmet Yaşar Ocak)

    Kaygusuz Abdal bir görüşe göre Mısır’da ölmüş, Mukattam dağı’nda bir mağaraya gömülmüştür. Bir başka görüş, Kaygusuz’un mezarının Elmalı’nın Tekke Köyü’ndeki Abdal Musa Türbesi’nde olduğudur. Bu türbede, şeyhi, şeyhinin annesi, kızkardeşi ve üç dervişle birlikte yatmaktadır.

    Kaygusuz Abdal aruz ve heceyle şiirler yazmış, kaynağını sözlü anlatımdan alan,yalın bir dile, kendine özgü bir söyleyişe yaslanan düzyazı örnekleri vermiştir. Ama asıl önemi halk şiiri geleneği içinde, halkın diliyle yazdığı nefeslerde görülür. “Gerçekten de coşkun, coşkun olduğu kadar yaşayışa bağlı, yoksulluk çeken bir insandır; kendinin ve halkın ruhsal durumlarını alaylı bir tarzda inceleyen, dile getiren bir ozandır. (…) Derli toplu, düzenli şiir söylerken bile birdenbire sözleri bir tekerleme haline girer. Birçok şiirlerinde tatmin edilmeyen isteklerin özlemi, bilinçaltı izlenimlerin söze gelişi, özlü bir yaşayış ve dilenen mutluluk özlemi göze çarpar; bazı kere de gerçeküstü bir şiir meydana çıkar. Bu bakımdan,Yunus tarzını ve edasını benimseyen ve Alevi-Bektaşi halk edebiyanını kurucusu sıfatını vermekten hiç çekinmeyeceğimiz Kaygusuz Abdal, tamamiyle özgün bir ozandır” (Abdülbaki Gölpınarlı)

    * * *

    Bektaşi geleneğine göre Kaygusuz Abdal, Teke Beyi’ne bağlı  Alaiye (Alanya) Sancağı Beyi’nin oğludur ve ismi Gaybî’dir.

    Gaybî bir gün yaraladığı bir geyiğin arkasını kovalarken Elmalı kasabasında Abdal Musa dergahına varmış, kendisini önleyen dervişlerden yaralı geyiği istemiş, böyle bir av gelmediğini söyleyen dervişlerle çekişmeye başlamış, araya giren Abdal Musa:

    -Oğul attığın ok bu mudur?

    diye koltuğunun altında vücuduna saplı duran oku göstermiş. Geyiğe atılan oku Abdal Musa’nın koltuğunda görerek şaşıran on sekiz yaşındaki Gaybî böylece Abdal Musa’nı dergahına kul olmak  şeyhe mürid olmak istemiş. Şeyh ona mücerredlik yolunun zorluklarını anlatmış:

    • “Bey oğlu derviş olmak dilersin demek. Dinle öyleyse.
    • Dervişin ilk harfi d (dal) dir. “Dünyayı terk” demektir.
    • Dervişin ikinci harfi r (re) dir. “Riyayı terk” demektir.

      Dervişin üçüncü harfi v (vav) dir. “Varlığını terk” demektir.

      Dervişin dördüncü harfi y harfidir. “Yalanı terk” demektir.

      Dervişin beşinci harf ş harfidir. “Şehveti terk” demektir.

      Sen bütün bunları yapabilecek misin? Böyle yaşabilecek misin?

      Git, babana da sor, razı gelir mi?”

    Sonunda Gaybî’nin ısrarı üzerine onu tarikat usulünce tıraş ettiler, taç ve hırka giydirdiler, beline kemer bağladılar. Bu olayı işiten babası, çok üzüldü; genç oğlunun bu mücerredler dergahına girmesi, onuruna dokunmuştu. Hemen Teke Beyi’ne giderek, oğlunu Abdal Musa’nın elinden kurtarmasını rica etti. Teke Beyi, Kılagı’lı İsa adlı birini göndererek Şeyhi alıp getirmesini emretti; fakat, Şeyhin kerameti eseri olarak, attan inerken ayağı özengiye takıldı; ürküp kaçan at üzerinde sürüklenerek parça parça oldu. Hiddetlenen Teke Beyi’i, Şeyh’in üzerine asker gönderdi; onu tutup yakmak için ateşler yaktırdı. Olup biteni keşfeden Abdal Musa dört-beşyüz kadar müridiyle birlikte sema ederek ateşi söndürdüler. Sonra geri dönüp tekkeye gelirlerken, dağdan kara bir canavar indi. Abdal Musa: “işte Teke Beyi’nin ruhu” dedi. Tekkeye odun getiren bir derviş baltasıyla vurup canavarı öldürdü. Bu sırada Teke Beyi de ölmüş, askerleri dağılmıştı. Bunu gören Alaiye Beyi, Musa’nın hak erenler’den olduğunu anladı; maiyetindeki üçyüz adamla gelip Şeyhin elini öptü; oğlunun kalmasına razı oldu. Gaybî bu suretle kırk sene tekkede hizmet etti; Şeyh ona Gaybî, kaygudan reha buldun (kurtuldun); şimdiden sonra Kaygusuz ol!” diyerek Kaygusuz lakabını verdi.   Nihayet Hacca niyet etti. Abdal Musa ona bir icazetname yazıp verdi. Kaygusuz kağıdı saklayacak uygun bir yer bulamayarak kalbinde saklamak üzere, onu, içtiği ayranına doğradı ve yedi. İşte, bundan sonra, kalbinden hikmetler (safiyane şiirler) söylemeye başladı. Nihayet, Şeyh onun yanına kırk derviş verdi. Hacca niyet eden Kaygusuz, dervişleriyle beraber uzun bir seyahatten sonra Mısır’a geldi. Meğer Mısır Padişahı’nın bir gözü kör imiş. Bunu gören Kaygusuz, hemen gözünün birine pamuk yapıştırdı, dervişleri de öyle yaptılar. Dimyat’tan gemiye binip Nil yoluyla Bulak iskelesine geldiler. Mısır Padişahı’nın Hacib’i burada onlara rasgeldi, Kaygusuz’a sorduğu suallere aldığı cevaplar hoşuna gitti. Ve padişaha bunların halini anlattı. Padişah bunları imtihan etmek istedi. Dervişleri ziyafeti çağırdı. Sofraya da sapı üçer karıştan uzun kaşıklar koydurdu. Sofraya ilk önce Mısır’ın zahid ve abidleri, beyleri davet edildi. Kaşıkları görünce şaşırıp kaldılar, bir şey yiyemediler. Nihayet bizim dervişler oturdular. Herkes kendi kaşığıyla karşısındakine yemek verdi. Padişah bunların arif adamlar olduğunu anladı. Kaygusuz, Padişah’ın bir gözü görmediği için kendilerinin de gözlerinden birine pamuk yapıştırdıklarını söyledi. Bundan pek etkilenen Padişah, pamukları çıkartmalarını emretti. Bunun üzerine Kaygusuz dua etti; hazır olanlar ellerini gözlerine sürüp “amin” dediler; dervişlerle birlikte Padişah’ın da gözleri açıldı. Şeyh’in bu kerametini gören padişah, hemen tahttan inip Kaygusuz’un ellerini öptü, mürid oldu.

    YAPITLARI

    Manzum

    Divan (Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Kitapları Manzum No: 797)

    Gülistan (Ankara Genel Kitaplık No: 167)

    Mesnevi-i Baba Kaygusuz (Süleymaniye Kütüphanesi, Haşim Paşa Bölümü No: 19)

    Düzyazı

    Budalanâme (Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Kitapları   No: 909)

    Kitab-ı Miglâte (Süleymaniye Kütüphanesi, Düğümlü Baba Bölümü No: 41162)

    Vücudnâme (İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Türkçe Yazmalar No: 6817)

    Risale-i Kaygusuz Abdal (Atatürk İstanbul Belediye Kütüphanesi, Osman Ergin Bölümü No:1102)

    ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

    BEN BU AŞKA DÜŞELİ*    

    Ben bu aşka düşeli bu sakalı kırkarım

    Dost ile bilişeli bu sakalı kırkarım

     Ben kırkarım o biter çimende bülbül öter

     Usta berber der yeter bu sakalı kırkarım

    Aşka olup mülâzim bilindi cümle râzım

    Gayrı sakal ne lâzım bu sakalı kırkarım

     Ben çalarım tanbura giyinirim tennûre

     Hak çerağın uyara bu sakalı sırkarım

    Var mı bunda bir hatam gayrı gönülden atam

    Çok mu gelir bir tutam bu sakalı kırkarım

     Ben gezerim yazıda kuvvetim var bâzûda

     Ne işim var kazıda** bu sakalı kırkarım **kadı

    Kaba sakal istemem hep kesilse gam yemem

    Hiç kısa uzun demem bu sakalı kırkarım

     Sakalımla başımı bıyığımla kaşımı

     Hak onara işimi bu sakalı kırkarım

    Kaygusuz Abdal menem fartı furtu bilmezem

    Bir tüyünü koymazam bu sakalı kırkarım

    BENK İLE SEYRETMEYE AH

    Benk ile seyretmeye ah bize bir bağ olsa

    Issı soğuk olmasa havası hub sağ olsa

     Pireden incinmesek kar ve yağmur olmasa

     Sinek hey vızlamasa ona hem yasağ olsa

    Dobruca Ovasından büyük yağlı çörekler

    Akkermanın yağından benzimiz hey ağ olsa

     Cümle cihan koyunun semiz yahni etseler

     Biz yemeğe başlasak engeller ırağ olsa

    Gaziler helvasından cihan dop dolu olsa

    Zülbiye halkasiyle simidi hem çoğ olsa

     Düp düz bu yaş ovalar her birisi boş durmasa

     Sulu şeftalisi çok bin üzümlü bağ olsa

    Kande birg öl var ise badem palüze olup

    Bir yanından diş vursak çevresi bal yağ olsa

     Kaygusuz Abdal otur kimin ye kimin götür

     Sofuya kozkalmadı abdala kaymağ olsa

    BU ÂDEM DEDİKLERİ

    Bu âdem dedikleri el ayakla baş değil

    Âdem mânâya derler surat ile kaş değil

     Gerçi et ve deridir cümlenin serveridir

     Hakkın kudret sırrıdır gayre bakmak hoş değil

    Âdem mânâ-yı mutlak âdemdedir nutk-u Hak

    Âdemden gafil olma o hayal ya düş değil

     Âdem gerek su gibi arı olsa arınsa

     Âdem oldur ey hoca nefsi de serkeş değil

    Âdemdedir külli hal ilm ü hikmet güft ü kal

    Âdem katında âdem dane-i haşhaş değil

     Âdem odur ey hoca gıdası mânâ ola

     Maksud âdemden ahî çöp veya tutmuş değil

    Kendi özünü bilen maksudun bulan kişi

    Hakkı bilen doğrudur yalancı kallâş değil

    Bu Kaygusuz Abdal’a âşık demem dünyada

    Nakş u suret gözetir maksudu Nakkaş değil

    CÜMLE KAPLUMBAĞALAR

    Cümle kaplumbağalar kanatlanmış uçmağa

    Kertenkele derilmiş Kırım suyun geçmeye

     Bir pire bir mud tuzu yüklenmiş gider yola

     Geh at olup yorgalar geh kuş olup uçmağa

    Bir karınca devenin tepmiş oyluğun ezmiş

    Bir budunu götürmüş dönüp ister kaçmağa

     Çekirge buğday ekmiş Manisa’nın çayında

     Sivrisinek derilmiş ırgat olup biçmeğe

    Balıkçıl köprü yapmış o çayların birinde

    Yüklü yüklü ördekler gelir andan geçmeğe

     Ergene’nin köprüsü susuzluktan kurumuş

     Edirne’nin minaresi eğilmiş su içmeğe

    Kaygusuz’un sözleri Hindistan’ın kozları

    Sen de bu yalan ile gidem dersin uçmağa

    DOST SENİN YÜZÜNDEN

    Dost senin yüzünden özge ben kıble-i can bilmezem  

    Pirin hüsnünü severim bir gayri iman bilmezem

     Bana derler ki şeyâtîn senin yolunu azdırır

     Ben bu zerrak sofulardan gayri bir şeytan bilmezem

    Sof î-i sâlûs nedendir hüsne münkir geçindiği

    Ne acep belâ gelüptür şu ki ben Hak’tan bilmezem

     İnsan-ı kâmil ki derler Mustafa’dır Murtaza’dır

     Dahi kim vardır cihanda ben gayri insan bilmezem

    O Şah-ı hüsnün aşkına özümü viran kılmışam

    Kaygusuz Abdal’dır adım cübbe ve kaftan bilmezem

    YAMRU YUMRU SÖYLERİM

    Yamru yumru söylerim her sözüm kelek gibi

    Ben avare gezerim sahrada leylek gibi

     İşim kalp sözüm yalan ben değil adım filân

     Bu halk insana derim sözümü gerçek gibi

    Aşk kuşları derilse aşktan dane verilse

    Usulüm toya benzer avazım ördek gibi

     Terk etmedim benliği bilmedim insanlığı

     Suretimi âdem velî her huyum eşek gibi

    Ârifler sohbetinde marifet söyleseler

    Ben de hemen düşünmem ürerim köpek gibi

     Gerçi Hakk’ın halkıyım marifetsiz aylakım

     Ârifler sohbetinden kaçarım ürkek gibi

    Bu marifet ilminden haberim yok cahilim

    Benden mâna sorsalar sözlerim sürçek gibi

     Âşıklar can içinde âşikâr gördü Hakk’ı

     İşitmenin mânası olmaya görmek gibi

    Miskin Sarâyî kıydın kul oldun sen nefsine

    Senin hırs u hevesin tuttu seni fak gibi

    YÜCELERDEN YÜCE

    Yücelerden yüce gördüm

    Erbabsın sen koca Tanrı

    Âlem okur kelâm ile

    Sen okursun hece Tanrı

     Garip kulun yaratmışsın

     Derde mihnete katmışsın

     Anı âleme atmışsın

     Sen çıkmışsın uca Tanrı

    Kıldan köprü yaratmışsın

    Gelsin kulum geçşin deyu

    Hele biz şöyle duralım

    Yiğit isen geç a Tanrı

     Kaygusuz Abdal Yaradan

     Gel içegör şu cur’adan

     Kaldır perdeyi aradan

     Gezelim bilece Tanrı!

    *Şiir adları kolaylık olsun diye tarafımdan konuldu (T.A.B.)

    KAYNAKLAR

    Alimcan Yağanoğlu, Dedemin Cönkünden Alevi-Bektaşi Şiirleri, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2002

    Alkan Erdoğan, Sayılar ve Hayvan Simgeleriyle Alevi Mitolojisi, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005

    Arısoy M.Sunullah, Türk Halk Şiiri Antolojisi, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1995

    Birdoğan Nejat, Anadolu Aleviliği’nde Yol Ayrımı İçerik-Köken , Mozaik Yayınları, İstanbul, 1995

    Boratav Pertev Naili, İzahlı Halk Şiiri Antolojisi, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 2000

    Eyuboğlu İsmet Zeki, Bütün Yönleriyle Kaygusuz Abdal, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul, 1992

    Gölpınarlı Abdülbaki, Türk Tasavvuf Şiiri Antolojisi, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2004

    Kaleli Lütfi, Tanrı İnsan, Can Yayınları, İstanbul, 1996

    Kaygusuz İsmail, Anadolu Bilgeleri, Su Yayınları, İstanbul, 2005

    Melikoff İrene, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 1998

    Oğuz Burhan, Türk Halk Düşüncesi ve Hareketlerinin İdeolojik Kökenleri III, Simurg Kitapçılık, İstanbul, 1997

    Özkırımlı Atilla, Türk Edebiyatı Tarihi Cilt II (Ansiklopedik), İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2004

    Yerguz İsmail, Kaygusuz Abdal Yaşamı Sanatı Yapıtları, Engin Yayıncılık, İstanbul, 1997

    Yücebaş Hilmi, Hiciv ve Mizah Edebiyatı Antolojisi, Kendi Yayını,  İstanbul, 1976

    Devamı..

Son Makaleler

Popüler