Arama Sonuçları: hz-ali

  • İmam Hüseyin'in Mücadelesi İktidar Olma Mücadelesi Değildir

    Her yıl dünyanın farklı coğrafyalarında milyonlarca insan Muharrem ayında İmam Hüseyin'i ve Kerbela`da şehit olan dostlarını anar. Aradan asırlar geçmiş olmasına karşın halen önemiyatından bir değer kaybetmeyen İmam Hüseyin'in Kerbela çölünde şehit edilmesi bir çok sosyoloğun, etnoloğun, antropoloğun ilgi alanı olmaya devam ediyor. Cevabı verilmek istenilen ana soru şudur: “Nasıl oluyor da 1300 yıl önce yaşanmış bir olayın etkileri günümüzde de varlığını sürdürüyor?”








    Kerbela olayını ve etkilerini bütün yakıcılığıyla yaşayan inanç toplumunun ferdi olarak bu ana soruya ve diğer yan sorulara verilmiş cevabı şöyle özetleyebiliriz: “Kerbela olayı insanın aşkın(yüce) hali ile bataklık halinin ayrıştırılma olayıdır.” Böyle olunca da Imam Hüseyin'in şahsında temsilini  bulan değerleri savunanlarla Yezidin şahsında temsilini bulanlar arasındaki mücadele sürgit devam etmiştir ve dünya döndükçe de devam edecektir. Ta ki Yezidin temsil ettiği düşünce ve yaşam sistemi yok olana dek.

    Kerbela olayı tarihte olmuş milyonlarca olaydan biri değil. Eger öyle olsaydı etkileri günümüze kadar devam etmezdi. Kerbela olayını yaşamsal ve güncel kılan özünde taşıdığı iyi ile kötünün savaşımı ve iyi olanın kaybetmesidir. Tabi ki burada neye göre “iyi” ve “kötü” tanımı yapıldığı sorulabilir.

    İmam Hüseyin; doğruluğu, dürüstlüğü, mazlumluğu, fedakarlığı, haklılığı, adaleti, dostluğu, bağlılığı, hakkaniyeti... temsil ediyor. Yezid ise; gücü, iktidarı, zalimliği, saltanatı, yıkıcılığı, namertliği, haksızlığı, sömürüyü... temsil ediyor.

    Bazıları halen neden Kerbela olayının güncel olduğunu anlayamıyor. Hala güncel. Ve haksızlık, yolsuzluk, yobazlık, yozluk, yoksulluk, maddeye-güce tapma, savaşlar oldukça, sömürü, adaletsizlik, eşitsizlik oldukça da güncel kalacaktır.

    İmam Hüseyin elbette çok önemli bir inanç önderidir. Ancak hemen belirtelim ki, İmam Hüseyin'in yaşamı ve insan üstü mücadelesi yaşamın bütün alanlarına nüfus eder boyuttadır.

    Günümüz dünyasında yığınla insan farklı inançtan olmalarına rağmen İmam Hüseyin'in önünde saygıyla eğiliyorlar. İletişim geliştikçe, toplumlar arası ilişkiler yoğunlaştıkça İmam Hüseyin'e olan ilgi misliyle artacaktır. Bu ilgi, sevgi, bağlılık, hayranlık sadece inançsal bir bağlılık değildir. Şüphesiz İmam Hüseyin'in inançsal boyutu çok çok önemli ve büyüktür. Ancak İmam Hüseyin komple bir insandır. Komple insandan kastımız insani olanın en önemli temsilcilerinden biri olmasıdır. Evrenseldir. İmam Hüseyin'in mücadelesine sevgi, saygı, bağlılık, hayranlık salt onun inancında olanlarda değil, inançlı inançsız bütün toplum kesimlerinden gelmektedir. Çünkü, insanlar ideallerinin, kendi doğrularının, adaletin, hakkaniyetin, gerçek inancın... temsilini İmam Hüseyin de buluyorlar.

    İmam Hüseyin ve yarenlerinin şehadetiyle sonuçlanan Kerbela olayının “Araplar arası bir kabile savaşı” olarak görenler yanılıyorlar. Yine İmam Hüseyin'in “iktidar Mücadelesi” sonucu Kerbela da şehit olduğunu iddia edenlerde yanılıyorlar. Dikkat edilirse şehadetinden sonrada ve günümüzde de İmam Hüseyin'i ve Kerbela şehitlerini en çok sahiplenen toplumlar Araplardan çok Arap olmayan Türk, Pers, Kürt toplumlarıdır. Yine İmam Hüseyin sonuçları belli olan bir savaşa iktidar hırsı için girmemiştir. Eger İmamın bütün emeli iktidar olsaydı 72 kişi ile binlerce kişilik orduya karşı savaşa girmez daha farklı metotlar uygulardı.

    İmam Hüseyin'in mücadelesi için “kabileler arası çatışma” ve ya “iktidar içindi” gibi yakıştırmalarda bulunmak gerçeğe gözünü kapatmaktır.

    Kerbela çölünde insani olanla insani olmayanın mücadelesini verdi saygıdeğer İmam. Biçimde kaybetse de özde mücadeleyi kazanmıştır. Eger İmam Hüseyin Yezit'e biat etseydi ve bunun sonucunda Yezit tarafından hediyelere boğulup iltifatlar görseydi, o vakit İmam Hüseyin kaybederdi. Ancak İmam Hüseyin, “Yezit'e biat etmektense onurluca şehit olurum” diyerek biçimde bir kaybedişin ama özde bir kazanımın sahibi olmuştur. Bu kazanım Imam Hüseyin ve yoldaşlarının şahsında bütün haksızlığa, zalimliğe, sömürüye, talana, yobazlığa... uğrayanların kazanımıdır. Bunun için diyoruz ki; kaybeden Yezit ve cümle zalimler, kazananlarsa Hüseyin ve cümle mazlumlardır.

    Devamı..
  • Ehlibeyt Haklıdır (ALEVILIK, ALEVI, Islam, Müslüman)

    İnançsal manada yaşadığımız (baskıların, katliamların, zulümlerin....) ve yaşamımızın bir çok yönden sıkıntılı geçmesinin en önemli sebebi; Ehlibeyte yapılan haksızlıklardır. Ehlibeyte yapılan haksızlıkların ceremesi günümüze kadar sürdü ve gelecekte de sürecek. Bunun böyle algılanması gerekiyor. Öyle basite indirgeyerek ve “tarihte kalmış bir olay” olarak yorumlamak gerçekçi değil.





    Ehlibeyte haksızlık yapılmış, Ehlibeytin hakları yenilmiştir. Sadece hakları yenilmekle kalınmamış, Ehlibeytin soyunu ve taraftarlarını yeryüzünden yok etmek için akıl almaz mücadeleler verilmiştir. Elbette Ehlibeyte bütün samimiyetiyle inananlar bedeller vermişlerdir. İşte bu verilen bedellerin şekillendirdiği kişilikler olarak diyoruz ki; Ehlibeyt haklıdır ve haklılık uğruna verilen ve verilecek bedellere eyvallah.

    Konuya hakim olmayanlar anlamakta zorluk çekeceklerdir. Bu yüzdende basit bir iktidar kavgası olarak göreceklerdir. Ancak bilinsin ki Ehlibeytin davası bir iktidar olma davası değildir. Öyle algılamak olaya yabancı kalmaktır.

    İktidar davası olmayan Ehlibeytin davası; özü itibariyle insanı anlamlı bir hayatın sahibi yapma, anlamına uygun bir yaşamın sahibi yapmanın davasıdır.

    İnsan fıtratı itibariyle soylu ve asildir. İnsanda Tanrının nuru vardır. İnsan; kutsal bir varlıktır. Meleklerden üstün olan insanın bunun bilincine ulaşması ve İnsan-ı Kamil olması gerekiyor. Doğrusu budur. Her türlü kirden, kibirden, hayvanilikten, bencillikten, düşkünlükten kurtulup-arınıp öz varlığını bulması ve böylece külli varlığa kendi cüzzi varlığını İnsan-ı Kamil olarak, lafzen değil, hakikaten insan olarak ulaşması/varması gerekiyor. Amaç budur. Ehlibeytin davası da budur.

    Belki bilinç noktasında bir çok Ehlibeyt taraftarı Ehlibeytin bu ulvi davasının idrakinde değildir. Kalben bazı sezgilerle Ehlibeyte bağlıdır. Bu da şüphesiz onurlu bir tutumdur. Ancak önemli olan kalben ve fikren bu yüceliğin farkında olmaktır. Ehlibeyt davasının insanlık davası olduğu “insanı insan yapma” davası olduğu bilince çıkarılmalıdır.

    Her Ehlibeyt taraftarı kendi kişiliğinde bu davayı temsil ediyor. Yaşadığı olumlu olumsuz bir çok şey bu taraftarlıkla ilgilidir. İster tarihsel birikimin şekillendirmesi ile gelen ilgiler olsun, ister Ehlibeyt düşmanlarının güncel baskıları olsun. Dolayısıyla yukarıda izah etmeye çalıştığımız “sıkıntılarımızın sebebi Ehlibeyt taraftarı olmamızdır” belirlemesi öylesine yapılmış bir değerlendirme değildir. Elbette sıkıntılarımızın tamamını Ehlibeyt taraftarlığı yüzünden olduğunu söylemiyoruz. Ancak bizce bazı önemli sıkıntılarımız bu sebeptendir. Görünürde böyle algılanmıyor olabilir. Fakat görünenle de yetinmemek gerekiyor. Daha detaylı ve kapsamlı bakılmalı.

    Baskılar ve zulümler kendine güvensiz, silik kişilikler ortaya çıkarır. Ehlibeyt düşmanlarının hedeflediğide budur. Şüphesiz bu silik kişiliğin farkına varıp bunu aşarak önderlik kabiliyetini ortaya çıkarıp görevlerini yerine getirenlerde vardır. Sözlerimizin asıl muhatapları, Ehlibeyt davasının insanlık davası olduğunun ayırdına varan kişilerdir.

    Ehlibeyt davası insanlık davasıdır. Bu dava için verilen ve verilecek tüm bedellerin başımızın üstünde yeri vardır. İnanıyoruz ki Ehlibeyt kazanacak. Ehlibeyt haklıdır. Ehlibeytin haklılığını bıkmadan, ısrarla dile getirmeliyiz. Bazı aymazların tarihsel gerçek diye sundukları saçmalıkları çürütmeliyiz. Bunlardan yola çıkarak, Ehlibeytin haklılığı konusunda şu hususların altını bir kez daha çizmeliyiz.

    ·        Hz. Peygamberin vefatından sonra Sünniler – kim olursa olsun- sahabelere daha sonraları dört mezhep imamlarına ve din adamlarına yöneldiler.

    ·        Ehlibeyt taraftarları ise on iki imamlara ve onların işaretleri doğrultusunda yola devam ettiler. Hz. Peygamber bu noktada; “size iki büyük kurtarıcı kulp bırakıyorum. Birincisi Kuran, ikincisi de Ehlibeyttir. Bunlara tutunursanız, doğru yoldan şaşmazsınız” diye buyurmuştur.

    ·        Bilindiği gibi sünnet, Hz. Peygamberin kararları, ibadet şekilleri, davranış, inanç ve yaptıklarıyla ilgili hükümleri kapsar. Sünniler buna dört halifenin ve sahabelerinkilerini de katarlar. Buna dayanak olarak da “sahabeler, yıldızlara benzer. Hangisine uyarsanız, orada ışık bulur, hidayete erersiniz” ve “sahabeler aynı anda ümmetimin güvencesidirler” adlı iki hadisi kaynak gösterirler. Oysa bu “yıldız” diye sunulan sahabelerin içinde bir çok karanlık ve kötü kişide vardır. Bu karanlık kişiler nasıl yıldız olup da yol gösterici oluyor? Bunların yanlış olduğunu akıl ve vicdan sahibi her Sünni kabul etmelidir. Bir tarafta Hz. Peygamberin “Kurtuluş gemisi, Hidayet imamları, Gecelerin ışığı” diye işaret verdiği Ehlibeyt, diğer tarafta içinde karanlık kişilerinde olduğu grup. Bir tarafta nurlu ve kutsal bir yapı, diğer yanda Hz. Peygambere karşı her türlü hileyi ve zalimliği zamanında yapmış kişilerin başını çektiği grup. Kim haklı olabilir böyle bir durumda? Ehlibeyt mi Muaviye, Yezit ve diğer yandaşları mı? Akıl ve vicdan sahibi Sünniler bunu evirip çevirmeden cevaplamalıdırlar.

    Hz. Ali, Ehlibeyt ve on iki imamların değerine dair şu önerileri yapıyor:“Peygamberimizin Ehlibeytine bakınız. Onların izinden çıkmayınız. Dediklerinden ayrılmayınız. Onlar sizi hidayet yolundan ayırmazlar, belirsizliklere sokmazlar. Dururlarsa, sizde durunuz, kalkarlarsa sizde kalkınız. Onların önüne geçmeyiniz. Geçerseniz yıkılırsınız. Onlardan geri kalmayınız, kalırsanız helak olursunuz”.

    “Ehlibeytimiz, ilmin dirilmesi ve cehaletin ölümüdür. Onların düşünceleri, size kendi düzeylerini bildirir. Diş görünüşleri, güvencenin göstergesidir. susmalarında bir ifade gücü ve mesaj derinliği saklıdır. Haktan ayrılmayı bilmezler. Kendi aralarında ihtilafa düşmezler. Kendileri, İslamın sarsılmaz direkleridir. Onların bulundukları yer, sığınmanın durağıdır. Hak, yerini onların yanında bulur. Batıl olanlar kaçar, yerleşmeden yıkılır dili tutulur. Dini mantık ve akıl yolu olarak bilirler. Dinde efsanelere, masallara ve kulaktan dolma bilgilere yer vermezler. 

    İlim yolunda, onlarla beraber yürüyenler, bir azınlıktır. İlmin gösterisinde bulunanlar ise çoğunluktur”.

    Evet, şahların şahı, merdanların merdi böyle buyuruyor. “Din akıl ve mantık yoludur” diyor Hz. Ali. Dinin hurafelerle işi olmaz. Ancak gelin görün ki geçmişte ve günümüzde din adına cehalet, hurafe, kulaktan dolma bilgilerle insanlar avutuluyor. İlmin dirilmesi ve cehaletin ölmesi demek olan Ehlibeytin ise insanlara ulaşmaması için her türlü yöntem uygulanıyor. Biliniyor ki Ehlibeyt, yani ilmin dirilmesi olan, dini akıl ve mantıkla algılamak olan Ehlibeyt insanlara ulaşırsa kendi çıkarları bozulacak. Bu sebepten Ehlibeytin inancı ve düşüncesi engelleniyor. Bu noktada Ehlibeyt taraftarlarına düşen ise vehimlere kapılmadan, inançlarından en küçük bir aralık bırakmadan Ehlibeyte sarılmaktır. Ehlibeyt, gerçek imanın ve kurtuluşun gemisidir. Ehlibeytin haklı ve doğru olduğuna inanacağız. Bunun için sayısız kanıtlarımız var.

    Defaaten dile getirdik daha defalarca da dile getireceğiz. Ehlibeytin haklılığına, Ehlibeytin inanç anlayışına inananlar kurtuluşa erenlerin yani “Güruhu Naci” nin saflarında olanlardır. Buna inanmak gerekiyor. Öyle sözle değil, bütün benliğimizle inanmalıyız. Ehlibeyte inananlar hiç bir zaman kaybetmezler. Altını bir kez daha çizelim ki kaybetmezler. Kısa vadede kaybediyor gibi görünseler de aslında  zafer onlarındır. Çünkü onlar kurtuluşun gemisine binmiş olanlardır. Onlar Güruhu Nacidir.

    Ehlibeyt haklıdır. Haklılığı bütünlüklü bir haklılıktır. Yani öyle salt bir  konuda değil, bütün olarak haklıdır. Haklı olmasına ve haklı olduğuna dair onlarca delil olmasına rağmen neden hala bir çok kişinin aklında soru işareti var? Neden hala en basitinde hilafet konusunda bile bir çok Sünni gerçekleri kabul etmiyor ve yadsıyor? Bu bariz gerçeklerin nasıl oluyor da üstü örtülebiliyor? Bunu nasıl açıklayacağız.

    Aslında bütün bunların açıklaması son derece basit. Çünkü haklı olmak yetmediğinden iktidar olan güç kendi doğrularını hakim kılabiliyor. Yani ne kadar haklı olursanız olun eğer güçlü ve iktidar sahibi değilseniz hakkınız göz göre göre inkar edilebiliyor. İşte Ehlibeytin haklılığı konusunda yaşananda budur. Ehlibeyt haklıdır ancak iktidar olmadığı için haklılığı kabul görmüyor. Haksız olanlar iktidar oldukları için tezlerini kabul ettiriyorlar. Bu noktada Gadir Hum`da verilen biatlar ve sonrasında hiç bir şey olmamış gibi davranışlar ibret vericidir.

    Gadir Hum`da ne oldu?

    Hz. Peygamber Veda Haccı sırasında Gadir Hum denilen mevkide binlerce insanın önünde Hz. Ali`yi kendisinden sonra halife olarak tayin ediyor. Bu binlerce kişinin içinde Ebu Bekir ve Ömer de var. Ebu Bekir ve Ömer Hz. Ali`yi tebrik ediyorlar. Bu tebrik etme aynı zamanda Hz. Ali`nin önderliğini kabul etmedir de. Ancak Hz. Peygamberin vefatından sonra bir oldu-bittiye getirerek Ebubekir halife ilan ediliyor. Daha Hz. Peygamberin defin işlemi yapılırken bu olay gerçekleşiyor. Bu gerçektir. Yığınla Sünni kaynak bile bu olayı doğruluyor.

    Peki neden böyle oldu? Neden Hz. Ali buna rıza gösterdi? Neden Gadir Hum da ki biatlar unutuldu? Bunları nasıl açıklamak gerekiyor. Bunların açıklaması da öyle zor bir şey değil. Az buçuk bu konularda kafa yoran herkes doğrulara ulaşabilir.

    Hemen belirtelim ki Hz. Ali bu seçimi hiç bir zaman onaylamamıştır. Bu konuda bir çok açıklamalar vardır. Hz. Ali bu günleri çok zorlu günler olarak nitelendiriyor ve “boğazımda dikenle sabir ettiğim günler” olarak nitelendiriyor.

    Bunca insan nasıl biatlarından döndüler? Bunların bazıları Hz. Ali`ye düşman olanların etkisi altındaydılar. Hatta bu düşmanlık daha sonraları Sıffin, Cemel savaşlarında daha açık olarak ortaya çıkmıştır. “Müminlerin annesi” diye lanse edilen Aişe, Hz. Ali şehit edildiğinde şükür namazı kılmıştır. Bu tür düşman kişilerin etkilediği veya bir şekilde zorla bastırdığı kişilerin biatlarına sadık kalmaları beklenemez. Hz. Ali‘ye bağlı olan ve bunu canları pahasına da olsa savunanlarda vardi şüphesiz. Ancak bunlar azınlık konumundaydı.

    Bilinir ki güçlü olan, iktidar ve yetki sahibi olanlar her zaman doğruları manipule edebiliyor. Hilafet konusunda  da yaşanan budur. Ancak burada samimi ve dindar Sünni kardeşlerimize şunu hatırlatmak isteriz: Tarihsel duruş ve tarihsel işleyiş bakımında yeri çok az olan hatta olmayan bir sahabenin meziyetlerini anlata anlata bitiremiyorsunuz. Peki Ehlibeyti neden es geçiyorsunuz? Ehlibeyt ki kutsal ve nurludur. Sıradan bir sahabe için litrelerce gözyaşı dökersiniz. Peki neden “Cennetin Efendileri olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin” için iki gözyaşını çok görürsünüz. Hiç bir gerekçenin arkasına saklanmadan bu ve benzer soruların cevapları verilmelidir.

    Haklı noktalar öyle çok ki hangisini dile getirelim... Emevi ve Abbasi devletleri yöneticileri Hz. Ali'ye kalemi ve kılıcıyla düşman olan herkesi ödüllendiriyordu. Hal böyle olunca Ehlibeyte düşman olmak kolay bir kazanç ve mevki kapısı oluyordu. İnanmayanlar için kaynaklar ortada duruyor. Her türlü araştırma imkanı vardır.

    Sonuç olarak şunları ekleyelim: Ehlibeyt taraftarları yollarının Sırat-ül Müstakim olduğunu, cennette ve dünyadaki anlamlı yaşama götüren yol olduğuna emin olabilirler. Ehlibeyti tanımayan veya Ehlibeytten  uzak duranlar ise araştırmalarda bulunup neyin doğru, neyin yanlış olduğunun sonucuna ulaşabilirler.

    Biz inanıyoruz, Ehlibeytin haklı olduğuna ve Ehlibeytin gemisinin Nuh `un gemisi olduğuna inanıyoruz. Yüreğimiz Ehlibeyte olan sevgi ile taşmaktadır. Yobazlar ve yozlar bunu anlamakta zorlansalar da bu böyledir. Ne mutlu bu duygu ve düşüncede olup hayatı anlamına uygun yaşayanlara. Onlara selam olsun. Onları irşat edip aydınlatan Ehlibeyte selam olsun.

    Devamı..

Son Makaleler

Popüler