Şah Hatayı
Anadolu Alevi-Bektaşi yada Anadolu Türklüğünde büyük bir öneme sahiptir.
Yazdığı şiirler bu gün bile çoğu Anadolu insanının belliğinde ve
ezberindedir. Bütün zamanların cem
törenlerinde söylenen deyiş ve gülbenklerde mutlak onun adından söz
edilir, deyişleri okunur.
Osmanlı
döneminde iki devlet arasındaki çelişkilerden dolayı Şah İsmail ‘in 16.
yüz yılda büyük bir önemi olmuş olabilir, ancak onun Safavi Kızılbaş
devletinin başkanı olmasının ya da
devlet kurmasının bu kadar Anadolu insanının belleğinde bu nedenle yer
etmesinin mümkün olamayacağı da bir gerçektir.
Şah
Hatayı’nın bu kitabımızın içinde özellikle Anadolu Ereni olarak yer
almasının asıl nedeni onun soylu bir geçmişi, Erdebil gibi bir Seyit
ocağının
güçlü bir kişisi olmasının önemi daha da
büyüktür. Çünkü Şah Hatayı Anadolu Alevilerinden çok şey kazanmış
olmasının yanında, Anadolu Aleviliğine de çok şeyler katmıştır. Bunun
en önemli yönleri cem
törenlerinin biçim ve içeriğinde onun
fikirlerinin ağırlığı, arı bir Türkçe ile söylenen deyişlerindeki
çekicilik ve coşkunun yanında felsefi görüşleriyle de büyük bir öneme
sahiptir.
Şah
Hatayı Hacı Bektaş’a ne kadar çok bağlı olsa da onun ötesinde Hacı
Bektaş Aleviliğine Şiilik unsurlarını çok fazla sokarak biraz daha
İslamlaştırmaya katkı sağlamış olması da
ayrı bir etkidir. Hacı Bektaş ve 13.yüz yıl Aleviliğinde çok fazla
rastlanmayan 12 İmamcılık geleneği 16. yüz yıl Türkiyesi’nde Şah İsmail
Hatayı ile çok daha
etkili olmuştur.
Şah
Hatayı’nın Türkmen ve Seyit bir aileden gelmesi, Türk bölgelerinde
Erdebil Ocağının bağlılarının olmasını ve Safavi Devletinin kuruluşunda
Şiilikten çok
Türklüğün ön planda olmasının
nedenlerinin başında bu devletin kuruluş aşamasında tüm Türkmen
oymaklarının destek ve birlikte olmasının önemi çok daha açıktır.
Erdebil
Ocağı’nın kökleri çok daha eskilere gider ve Şeyh Safiyüddün’e dayanır.
Şah Hatayı’nı dip dedelerinden Şeyh Safiyüddün, 1334
tarihinde Erdebil’de ölmüş ve öldüğü
yerini avlusuna gömülmüştür. Daha sonra gömütünün üstüne görkemli bir
türbe yaptırılarak bağlılarının sürekli ziyaretgahı haline gelmiştir.
Şeyh Safiyüddün “ Bizde seyitlik ver, Alevi ya da şerif olduğumuzu
sormadım” demektedir. Bu sözlerden şunu da çıkarabiliriz Şah İsmail
Hatayı atalarının daha sonradan Alevi oldukları.
Safiyüddün’den sonra yerine geçen
oğlu Sadrettin Musa daha sonraları hacca gitmiş ve Medine sultanı
Şahabettin Ahmet b. Hüseyin’e altıncı
atası Firuz Şah’ın soy zincirinin
Musa Kazım’a ulaştığını onaylatmıştır. Böylece Safavi dedelerinin soy
kütüğü ve seyitliği onaylanmış olmaktadır.
Hatayı’nın
soyu daha sonra şöyle gelmektedir. Hace Ali Şah, Şah İbrahim ve Anadolu
ve bölgesinde oldukça etkili olan ve Safavi devletinin çekirdeğini
oluşturan ve aynı zamanda da Akkoyunlu
Devletinin başı olan Uzun Hasan’ın damadı Şeyh Cüneyt Anadolu’ya gelip
dönemin padışahı 2. Murat’a hediyeler yollayarak kendisine Anadolu
Osmanlı
topraklarında yurt verilmesini istemiş,
ancak ll. Murat olumsuzlaştırmıştır. Buna karşın Cüneyt Anadolu’da
talipleri arasında gizlice örgütlenmelerini sürdürtmüştür. Siyasi
hareketleri ortaya çıktığında
da Anadolu’dan ayrılıp yeniden dayısı
Uzun Hasan’a gitmiştir. Şeyh Cüneyt 1460 yılında Şirvanşahlarla yapılan
bir savaşta hakka yürümüştür.
Ölümü
öncesi vasiyeti üzerine Erdebil postuna Uzun Hasan’ın kızından olan
oğlu Şah Haydar’ın oturmasını bildirdi. Bir çok oğlu olmasının
yanında kendi düşlerinde
gerçekleştiremediklerini oğlu aracılığıyla yapmak istemesinde bu siyasi
düşünce yatsa gerek.
Çünkü
Uzun Hasan’ın yeğeninin bu postta daha da etkili olacağı bir
gerçekti.Daha sonra Haydar’ın, yine dayısı kızı Halime Begim’le
evlenmesi babasının düşlerini bir adım
öne çekmişti. Haydar kendisini çok iyi yetiştirmiş, zeki, atılgan, iyi
ilişkiler kuran bir kişiliğe sahiptir. Haydar’ın üç oğlu vardır, Şah
İsmail adıyla devlet
kuracak olan konumuz kahramanı Hatayı
en küçük oğludur.
Şah İsmail Hatayı’nın doğum tarihi 17 Temmuz 1487 olarak kayıtlara geçmiştir.
Şah
Haydar da babasından bir adım ileri giderek bir devlet başkanı gibi
geleceği kurgulamış, siyasi faaliyetlerini Anadolu Türkmenleri üzerine
yoğunlaştırmıştır.
Öylesine bağlıları çoğalmış ki Anadolu
Türkmenlerinden Erdebil ziyaretleri padişahı bile ürkütür olmuştur. Şah
Haydar yaşamında hükümdar gibi davranması yanında yandaşlarına sıkı bir
eğitim ve savaş taktikleri
öğretmiştir. Erdebil tekkesinde yetişen
kimseler çeşitli yerlere yollanarak güç kazanılıyordu. Şah Haydar’ın
tekkesi bilim ve sanat adamlarıyla dolup taşımaktadır.
2.
Bayazıt’ın yaşlanması, devlet işlerini daha çok vezirlere bırakması,
Anadolu halkının giderek yoksullaşması ve çaresiz kalan halkın bütün
umutlarını Erdebil post sahibi Şah
Haydar’a bağlamaları, geleceğin Safavi devletinin doğmasına hızlı bir
şekilde zemin hazırlamaktaydı.
Şah
Haydar’ın 1488 Ağustosunda Biçen oğlu Süleyman’la yaptığı bir savaşta
hakka yürümesiyle yerine büyük oğlu Yar Ali geçmiştir. Yar
Ali’nin çevresinde toplanan yığınlar
Uzun Hasan’ın oğlu Yakup Bey’i kuşkulandırmış ve Haydar’ın üç oğlunu da
tutuklattırmış ve dört yıl süreyle İstar Kalesinde hapsetmiştir.Yakup
Bey’in ölümü üzerine oğlu Rüstem üç
kardeşi hapisten çıkarttı. Ancak Yar Ali 1493 yılında öldürüldü. Bu
sıralarda 6 yaşlarında bulunan İsmail babasının bağlıları tarafından
kaçırılarak
saklandı.Uzun bir ara gözlerden ve
gönüllerden uzak tutulan İsmail bu sıralarda çok iyi yetiştirildi.Çocuk
yaşlarda bilim ve becerisi, yeteneği, zekası, sanat ve Edebiyata
ilgisinin yanında çok iyi
bir savaşçı gibi de yetiştirilmişti.
Akkoyunlu
devletinin içindeki huzursuzluk İsmail’e yaradı. İsmail artık açığa
çıkmış, halkın kendisine aşırı bağlılığı ve gittiği her yere
binlerce insanın akması çevreyi de
ürkütüyordu. İsmail 12 yaşında iken Gilan’dan ayrıldı. Yanında bulunan
mürit (talip) leri ile Erdebil’i ziyaret etmek istedi ancak Erdebil
valisi kendisini
buraya sokmadı.
İsmail,
taraftarlarıyla birlikte 1500 yılının hemen ilk baharında Erzincan’a
yöneldi. Bu süreler içinde büyük hazırlıklar yapılmıştı. Bütün
boylardan
Türkmenler akın akın Erzincan’a
akıyordu. Sıvas,Tokat ve Amasya’dan Ustaculu, Şamlu, Rumlu Türkmenleri,
Antalya’dan Tekeli Türkmenleri, Maraş’dan Zulkadir Türkmenleri, Tarsus
ve
Adana’dan Varsak Türkmenleri Erzincan’a
doğru gidiyordu.
Erzincan’da toplanan Türkmenler
çocuk yaşlardaki İsmail’in önderliğinde Safavi Kızılbaş Devleti’nin
temelini atıyordu. Bu
Erzincan kurultayı Osmanlı’nın doğu ve
Güney Doğusunda yeni bir devletin varlığını adım adım hissetmeye
başlamıştı.
1501 Ağustos ayından büyük bir kalabalıkla ayrılan İsmail ordusu, hedefini Şirvan’a dönmüş
ve burada yapılan savaşta Şirvan ordusunu darma dağan
etmişti. Şirvan Şahı Firüz öldürülerek,
devletin kadrosu, valiler, vezirler, komutanlar hemen belirleniyordu.
Bu hız ve heyecenla Akkoyunlu Mirza’da yenilmiş ve Akkoyunlu devleti
kısa sürede tarihe
karışıyordu.
Bu
sıralar İsmail 14-15 yaşlarında fidan gibi bir gençti. Gösterişli,
kültürlü, yetenekli, gözünü budaktan esirgemeyen verdiği kararlarda
tecrübeli bir hükümdar
gibi hareket ediyor ve çevresine güven
veriyordu. Bu güvenle aşırı İsmail sevgisi birleşince ölümüne bağımlı
bir kitle ve savaşacak ordu ortaya çıkıyordu.
İsmail
artık devletini kurmuş, Akkoyunlu ve Karakoyunlu devlet toprakları
İsmail’in olmuştu.İsmail devletin adını dip nededesi Safayidün’ün
adından
dolayı Safavi devleti koymuştu. Herkes
bu gözü pek, genç yetenekli hükümdar karşısında tir tir titriyordı.
Ancak İsmail Osmanlı devleti ilişkileri çok iyi gitmekteydi. Osmanlı
padişahı Bayazıt İsmail’e oğlum,
o da Bayazıt’a baba diye hitap etiğini
kaynaklar yazmaktadır.
Şah
İsmail Hatayı devletini kurduktan sonra sarayda kendi çevresini
oluşturmuş, ne kadar sanatçı, bilim adamı, ozan varsa artık Safavi
sarayının içinde
toplanmaktadır. Sık sık şiir okuma,
atışma günleri düzenlenir. Saz söz sarayın en vaz geçilmez durumlarıdır.
Şah
İsmail Hatayı, Hatayı adını şiirlerinde mahlas olarak kullanmaktadır.
Zaten hükümdar Şah İsmail Şair Dede Hatayı ile yan yana konulması
mümkün
olmayan bir durum gibi görülmektedir.
Şiirlerindeki, incelik, güçlü felsefe, sevecenlik, sanki hükümdar Şah
İsmail’le çelişir niteliktedir. Bu kadar güçlü ozanlığın yanında çok
yetenekli, güçlü büyük bir
savaşçı Şah İsmail olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu gün ki koşullarda iki ayrı kişiliği yan yana koyan bir
kimse ikisinin farklı bir kişi olduğu kanaatine vara bilir. Elde kesin
tarihi ve bilinen kaynaklar olmasa
böyle düşünmek en mantıklısı denebilir.
Sanki iyi ile kötünün yan yana konması gibi bir durum ortaya
çıkmaktadır. Bir tarafta güçlü, ezici, acımasız bir Şah, diğer taraftan
köşesine çekilmiş tanrısal varlıklardan ve
insanın tanrı bütünlüğünde oluşması için
köşesinde şiirlerden başka bir şey düşünmeyen bir halk ozanı Hatayı
vardır.
Doğuda
böyle genç, disiplinli, dirayetli üstelik şiirleri Osmanlı ordusu
içerisinde ezbere okunan bir hükümdar varken Osmanlı devleti ne
durumdaydı?
Bir yanda
çok yaşlanmış ikdidar erkini kullanamayan bir padişah 2. Bayazıt, bir
taraftan iktidar mücadelesi veren güçlü şehzadeler var.Birincisi
Şehzade Ahmet, iktidara en yakın ve
Bayazıt’ın tuttuğu ve bu amaçla çok iyi bir eğitim almış ve Amasya
valisi, ikinci Şehzade Korkut, Antalya valisi, üçüncüsü ve en küçük
kardeş Şehzade Selim Trabzon
valisi. Her üç kardeşin iktidar
mücadelesi yılların birikim ve hazırlığıyla sürmektedir. Şansı çok
yüksek olan Ahmet’i Anadolu Türkmen Alevileri tutmakta, Korkut’u kendi
yakın çevresi tutarken, gözünü
budaktan esirgemeyen, atak bir şehzade
olan Selim’i ise Anadolu eşrafı, toprak ağaları, Sünni dini guruplar
desteklemektedir.
Selim’in
arkasındaki güçlü destek paradır.Daha Trabzon valisi iken bir padişah
gibi çalışıp, bir padişah gibi karar alma uygulama becerisin rahatlıkla
göstermektedir. O dönem padışah
olacakmış gibi Anadolu’da Alevi ileri gelenleri, Şah İsmail yanlısı
görüntüsünü hissettiklerinin defterlerini,sicillerini tutmaktadır ki
padişah olunca o defterler
dürülsün.
Padişah’ın
oğlu Ahmet’i İstanbul’a davet etmesi Selimi erken hareket etmeye sevk
etmiştir.Ahmet’in her hareketinde babasını
sıkıştırmaktan geri durmamaktadır.
Sonuçta kurnazlığı ve zekası sayesinde babasını alt etmesi ve
kardeşlerinin işini bitirmiştir.Hemen iktidar koltuğuna oturunca bütün
yapacaklarını sekiz yıllık bir yaşamına
sığdırmış. İlk olarak kimi kaynakların
doksan bin, kimi kaynakların da kırk bin diye yazdıkları Alevi
katliamını gerçekleştirmiş, Şah İsmail’in üzerine giderek o güçlü ve
inançlı orduyu perişan ederek
Çaldıran’da savaşı kazanmıştır.Ardından
Mısır üzerine sefer yaparak Fatımileri yenip halifeliği Osmanlı’ya
kazandırmıştır.
İşte bu tarihten sonra Alevi inancı taşıyanlar için Anadolu’da yaşamak zorlaşmıştır.
Şah
İsmail Hatayı için Çaldıran gerçekten de büyük bir yıkım olmuş, her
şeyini kaybetmiştir.Karısını bile.Bu moral çöküntüsüyle inzivaya çekilen
genç ve güçlü
hükümdar sanırım yaşamının geriye kalan
bölümünde Hatayı olmayı başarmış denebilir. Yoksa onca şiiri genç ve
savaş dönemine sığdırmış olamazdı. Zaten buna zaman da yoktu.
“Şah
İsmail’in yaşamını salt savaşlar öyküsü olarak ele almak kanımızca çok
yanlıştır. Kısa sayılacak ömründe (37) yıllık yaptığı işleri ele almak
bu
büyük adamın gerçek dehasını hiçbir
kuşkuya yer vermeden ortaya çıkartır. Diyebiliriz ki Oğuz- Türk
kültürünün ve birliğinin yaşaması için çırpınan Şah İsmail, bu alanın
Hacı Bektaş’dan sonraki ikinci
odağıdır. Soruna yalnız Sünni ve Osmanlı
gözüyle bakan tarihçiler onu “mülhit,zındık,müflüs,lain” diye nitelerler”
Kimileri
ne söylerse söylesin, kimileri de yanlı ve yanlış nitelesin, o
insanlardan Türk kültür ve düşüncesine çok büyük hizmetler vermiştir.
Onun
hükümdarlığıyla birlikte Tebriz
sarayında Türkçe şiir okuyanların sayısı günden güne çoğalmış ve adeta
saray bir ozanlar evi durumundadır.Şah İsmail’in Yavuz’a yazdığı Türkçe
mektuplar, Yavuz’un da
Şah İsmail’e yazdığı Farsça mektuplar
zaten bu kültürün kimlerin yozlaştırdığını,kimlerin koruduğunu da açıkça
ortaya koymaktadır.
Başka söze ne gerek var.
Şiirler zaten söyleyeceğini söylüyor
Nejat Birdoğan, Şah İsmail Hatai, Can yayınları 1991 s.9
Abdul Baki Gölpınarlı, şiilik s.172
Nejat Birdoğan, age.s.9
Nejat Birdoğan, age.s.18
Gülağ Öz
Devamı..