Arama Sonuçları: alevi-onderleri

  • Kaygusuz Abdal - (Alevi Önderi, Alevi Önderleri)

    Kaygusuz Abdal ile ilgili bilgiler, Abdal Musa Sultan Velayetnamesinde geçmektedir. Bununla beraber Kaygusuz Abdal, Alevi-Bektaşi edebiyatının kurucularından sayılır. 1341 yılında Alanya’da doğmuştur. Bu bilgilerin kesin olmadığını hemen ilave edelim. Alanya beyinin oğludur. Kaygusuz Abdal’ın, Abdal Musa Sultan’ın talibi olmasının ilginç bir hikâyesi vardır. Bu söylence Abdal Musa Velayetnamesinde şöyle geçmektedir:





    “Teke (Antalya) ilinin Alaiye (Alanya) sancak beyinin oğlu Gaybi Bey, 18 yaşındayken arkadaşları ile ava çıkar. Avlanırken tepe üzerinde bir ahu görür beyzade. O esnada ahu onun önüne çıkagelir. Gaybi Bey onu görünce hemen bir ok çıkarıp, ahuya fırlatır. Kirişten çıkan ok ahunun sol koltuğunun altına saplanır fakat ahu yıkılmaz, sıçrayıp kaçar. Gaybi bey de ardına düşer. Ahudan durmadan kan akar, Gaybi Bey de onun kaçışına bakar.

    Ciddi bir şekilde onun izini sürer. Dağlar, vadiler geçip bir sahraya inerler. Yaralı ahu büyük bir asitane kapısından içeri girer. Gaybi de arkasından dergâha girerek, dervişlere geyiği sorar. Meğer o sahradaki bu dergâh, velayet erenlerinden Seyyid Abdal Musa Sultan’a aitmiş. Abdal Musa Sultan, burada büyük bir asitane yaptırmış. Onun hizmetinde pek çok kişiler varmış. Yanına gelenler mutlaka mürit ve muhip olup kalırlarmış. Pek çok dervişi varmış. Hepsi Abdal Musa’ya layıkı ile hizmet ederlermiş. İşte geyiğin ve Gayi Bey’in girdikleri dergâh bu idi.

    Dervişler Gaybi Bey’i görüp, karşıladılar ve atının dizginini tutup: ‘Buyrun, ziyarete geldiniz ise aşağı inin’ dediler. Gaybi Bey: ‘buraya oklanmış bir ahu geldi, o benim avımdır, onu bana verin’ dedi. Dervişler de: ‘Buraya böyle bir ahu gelmedi ve biz görmedik’ dediler. Bunun üzerine Gaybi Bey: ‘Hiç dervişler yalan söyler mi, ne için inkâr ediyorsunuz? Ben ahuyu kendi gözümle gördüm, buraya gelip içeri girdi’ dedi. Dervişler bu sözler karşısında hayret ettiler: ‘haberimiz yok, bilmiyoruz’ dediler. Gaybi Bey bu durum karşısında bir hayli öyle kaldı. Bey böyle düşüncelere dalmışken, dervişler: ‘sultanım, Alanya beyi oğlu gelmiş, bizden av talep ederler’ dediler. Sultan da onu bana gönderin dedi. Sultanın yanına varan Gaybi Bey halini anlattı ve neden orda bulunduğunu açıkladı. Bunun üzerine Abdal Musa Sultan: ‘o ahu neden senin avın oldu?’ diye sordu. Bey cevapladı: ‘sultanım, ben onu ok ile vurdum, üzerine at sürüp hayli koştum. Çok menzil aldı, yoruldu, güç ile buraya geldi.’ cevabını verdi. Bunun üzerine Abdal Musa Sultan: ‘o oku görünce bilir misin, tanır mısın’ diye sordu. Bilirim cevabını alan Abdal Musa Sultan, kendi kolunu kaldırıp, koltuğunun altında saplı oku gösterdi. Okunu tanıyan Gaybi Bey kendinden geçti.”

    Kaygusuz Abdal’ın, Abdal Musa’yla tanışması ve beyliği bırakıp dergâha hizmet etmesi böyle başlamıştır. Kaygusuz Abdal, uzun bir dönem dergâha hizmet etti. (Hizmet, eğitim görme manasında kullanılmaktadır.) Hizmetinden sonra Abdal Musa Sultan’dan icazetnamesini alan Kaygusuz Abdal, Mısır Kahire’ye gitmiştir. Orada bir tekke açmış, hizmetler etmiştir. Bazı bilgiler Kaygusuz Abdal’ın Mısır’a gittikten ve belli bir dönem kaldıktan sonra Hacca gidip, oradan sonra bir çok yeri gezip, tekrar Abdal Musa Dergâh’ına dönüp burada hakka yürüdüğü yönündedir. Bazı bilgiler ise, Kaygusuz Abdal’ın Kahire’de hakka yürüdüğü yönündedir. Herhalûkârda Kaygusuz Abdal, onlarca kişiyi aydınlatmış bir önderdir. Nerede hakka yürüdüğü bilinmese de 1444 yılında hakka yürüdüğü bir çok kaynakta belirtilmektedir.

    Devamı..
  • Şah İsmail Hatayi Değerimizdir (Bu yazının yazarı Alevi inancına tabi olan bir şahsiyettir.)

    Şah İsmail Hatayi Değerimizdir

    Bu yazının yazarı Alevi inancına tabi olan bir şahsiyettir.

    Alevilik bizlerin inanç kimliğidir.

    Bu güne değin Alevi inancına tabi olan, bu inancın ilkeleri doğrultusunda yaşamlarına anlam vermeye çalışmış olan, Alevi toplumuna çeşitli kademe ve şekillerde hizmet etmiş olan kişilerin hayatlarını bilmek, oluşturdukları değerlere sahip çıkıp inancımızın genel özüyle bütünleşmiş olan yaşamlarını yüceltmemiz kimsenin inancına ve idol haline getirdiği kişiliklere hakaret değildir.


    Bizler Aleviyiz. Elbette Alevi inanç sistemine dolayısıyla Alevi toplumuna ve Alevi toplumunun şahsında insanlığa hizmet etmiş olan Alevileri yücelteceğiz. Son derece doğal karşılanması gereken bu durum her nedense birilerinin canını sıkıyor. Alevi değerlerini ön plana çıkarmamız, yüceltmemiz birilerine “batıyor”. Alevi değerlerini sahiplenip yüceltmemiz başka inançtan kişilere hakaret değildir. Başka inançsal değerleri küçümsemek değildir. Ancak ne var ki bu böyle anlaşılıyor. Asırlardır düşman gözüyle bakılan, sindirilmeye, yok edilmeye çalışılan, baskı altında tutulan bir inanç ve toplum gerçekliğinin sonuçlarıdır bunlar. Baskıların sonucu bilinç altında ve bilinç üstünde “Alevi olan her şey kötüdür” düşünce yapısı oluşmuştur. Bu gayri insani düşünce yapısı var diye bizler değerlerimizi sahiplenip yüceltmeyiz diye bir durum yok. Aksine, bizler, bize ait olan değerleri daha bir yoğunlukla sahipleneceğiz. Bu sahiplenme birilerine rahatsızlık veriyor, sahiplendikçe de vermeye devam edecek. Verdiğimiz bu rahatsızlıktan dolayı memnun olup asla özür dilemek gibi bir niyetimiz yok.

    Yukarıdaki izahatı günümüzde dahi adı geçtiğinde bazı kimseleri rahatsız eden Şah İsmail Hatayi`ye olan sevginin ve saygının doğru temellerde anlaşılması için yaptık.

    Çok acı bir şekilde gözlemliyoruz ki yaşamın her alanında egemen olan güçler tarihsel gerçekleri ters yüz etmede oldukça ustalaşmış durumdalar. Şah İsmail Hatayi`nin kötü bir şekilde anılması bu tarihsel gerçekleri saptırıcıların marifetleridir. Oysa Şah İsmail Hatayi anlamak veya bir yorumda bulunmak için onun bir beyitine bakmak bile resmi tarih yazıcılarının ne kadar tahrifat yaptıklarını anlamaya yeterli olacaktır. Sadece bir şiire bakmak bile Şah İsmail Hatayi`nin olağanüstü kişiliği hakkında ip uçları veriyor. Ne var ki bunun yerine, Şah İsmail Hatayi`yi hiç tanımadan onun hakkında olumsuz yazan ve konuşan çok sayıda kişi mevcut. Vicdan ve akıl sahibi kişilere şunları salık veririz: lütfen resmi tarih anlayışının yanlışlıklarına, tahrifatlarına balıklama dalmadan önce birde  resmi tarihin dışında bir kaç sayfa inceleyin. Emin olun ki dehşetle gerçek diye bildiklerinizle yanlış bildikleriniz yer değiştirecek.

    Devamı..
  • ŞAH HATAYİ - (Alevi Önderi, Alevi Önderleri)

    Şah Hatayı Anadolu Alevi-Bektaşi yada Anadolu Türklüğünde büyük bir öneme sahiptir. Yazdığı şiirler bu gün bile çoğu Anadolu insanının belliğinde ve ezberindedir.  Bütün zamanların cem törenlerinde söylenen deyiş ve gülbenklerde mutlak onun adından söz edilir, deyişleri okunur.

    Osmanlı döneminde iki devlet arasındaki çelişkilerden dolayı Şah İsmail ‘in 16. yüz yılda  büyük bir önemi olmuş olabilir, ancak onun Safavi Kızılbaş devletinin başkanı olmasının ya da devlet kurmasının bu kadar Anadolu insanının  belleğinde  bu nedenle yer etmesinin mümkün olamayacağı da bir gerçektir.






    Şah Hatayı’nın bu kitabımızın içinde özellikle Anadolu Ereni olarak yer almasının asıl nedeni onun soylu bir  geçmişi, Erdebil gibi bir Seyit ocağının güçlü bir kişisi olmasının önemi daha da büyüktür. Çünkü Şah Hatayı Anadolu Alevilerinden çok şey kazanmış olmasının yanında, Anadolu Aleviliğine de çok  şeyler katmıştır. Bunun en önemli yönleri cem törenlerinin biçim ve içeriğinde onun fikirlerinin ağırlığı, arı bir Türkçe ile söylenen deyişlerindeki çekicilik ve coşkunun yanında felsefi görüşleriyle de büyük bir öneme sahiptir.

    Şah Hatayı Hacı Bektaş’a  ne kadar çok bağlı olsa da onun ötesinde Hacı Bektaş Aleviliğine Şiilik unsurlarını çok fazla sokarak biraz daha İslamlaştırmaya katkı sağlamış olması da ayrı bir etkidir. Hacı Bektaş ve 13.yüz yıl Aleviliğinde çok fazla rastlanmayan 12 İmamcılık geleneği 16. yüz yıl Türkiyesi’nde  Şah İsmail Hatayı ile çok daha etkili olmuştur.

    Şah Hatayı’nın Türkmen ve Seyit bir aileden gelmesi, Türk bölgelerinde Erdebil Ocağının bağlılarının olmasını ve Safavi Devletinin kuruluşunda Şiilikten çok Türklüğün ön planda olmasının nedenlerinin başında bu devletin kuruluş aşamasında tüm Türkmen oymaklarının destek ve birlikte olmasının önemi çok daha açıktır.

    Erdebil Ocağı’nın kökleri çok daha eskilere gider ve Şeyh Safiyüddün’e dayanır. Şah Hatayı’nı dip dedelerinden Şeyh Safiyüddün, 1334  tarihinde Erdebil’de ölmüş ve öldüğü  yerini avlusuna gömülmüştür. Daha sonra gömütünün üstüne görkemli bir türbe yaptırılarak bağlılarının  sürekli ziyaretgahı haline gelmiştir. Şeyh Safiyüddün “ Bizde  seyitlik ver, Alevi ya da şerif olduğumuzu sormadım” demektedir. Bu sözlerden şunu da çıkarabiliriz Şah İsmail Hatayı  atalarının daha sonradan  Alevi oldukları.

    Safiyüddün’den sonra yerine geçen oğlu Sadrettin Musa daha sonraları hacca gitmiş ve Medine sultanı Şahabettin Ahmet b. Hüseyin’e altıncı atası  Firuz Şah’ın  soy zincirinin  Musa Kazım’a ulaştığını onaylatmıştır.  Böylece  Safavi dedelerinin soy kütüğü  ve seyitliği onaylanmış olmaktadır.

    Hatayı’nın soyu daha sonra şöyle gelmektedir. Hace Ali Şah, Şah İbrahim ve Anadolu ve bölgesinde oldukça etkili olan ve Safavi devletinin çekirdeğini oluşturan ve aynı zamanda da Akkoyunlu Devletinin başı olan Uzun Hasan’ın damadı Şeyh Cüneyt Anadolu’ya gelip  dönemin padışahı 2. Murat’a hediyeler yollayarak kendisine Anadolu Osmanlı topraklarında yurt verilmesini istemiş, ancak  ll. Murat olumsuzlaştırmıştır. Buna karşın Cüneyt Anadolu’da talipleri arasında gizlice örgütlenmelerini sürdürtmüştür. Siyasi hareketleri ortaya çıktığında da Anadolu’dan ayrılıp yeniden dayısı Uzun Hasan’a gitmiştir. Şeyh Cüneyt 1460 yılında Şirvanşahlarla yapılan bir savaşta hakka yürümüştür.

    Ölümü öncesi vasiyeti üzerine  Erdebil postuna Uzun Hasan’ın kızından olan oğlu  Şah Haydar’ın oturmasını bildirdi. Bir çok oğlu olmasının yanında kendi düşlerinde gerçekleştiremediklerini oğlu aracılığıyla yapmak istemesinde bu siyasi düşünce yatsa gerek.

    Çünkü Uzun Hasan’ın yeğeninin  bu postta daha da etkili olacağı bir gerçekti.Daha sonra Haydar’ın, yine dayısı kızı Halime Begim’le evlenmesi  babasının düşlerini bir adım öne çekmişti. Haydar kendisini çok iyi yetiştirmiş, zeki, atılgan, iyi ilişkiler kuran bir kişiliğe sahiptir. Haydar’ın üç oğlu vardır, Şah İsmail adıyla devlet kuracak olan  konumuz kahramanı Hatayı en küçük oğludur.

    Şah İsmail Hatayı’nın  doğum tarihi 17 Temmuz 1487 olarak kayıtlara geçmiştir.

    Şah Haydar da babasından bir adım ileri giderek bir devlet başkanı gibi geleceği kurgulamış, siyasi faaliyetlerini Anadolu Türkmenleri üzerine yoğunlaştırmıştır. Öylesine bağlıları çoğalmış ki Anadolu Türkmenlerinden Erdebil ziyaretleri padişahı bile ürkütür olmuştur. Şah Haydar yaşamında hükümdar gibi davranması yanında yandaşlarına sıkı bir eğitim ve savaş taktikleri öğretmiştir. Erdebil tekkesinde yetişen kimseler çeşitli yerlere yollanarak güç kazanılıyordu. Şah Haydar’ın tekkesi bilim ve sanat adamlarıyla dolup taşımaktadır.

    2. Bayazıt’ın yaşlanması, devlet işlerini  daha çok vezirlere bırakması, Anadolu  halkının giderek yoksullaşması ve çaresiz kalan halkın bütün umutlarını Erdebil post sahibi Şah Haydar’a bağlamaları, geleceğin  Safavi devletinin doğmasına hızlı bir şekilde zemin hazırlamaktaydı.

    Şah Haydar’ın 1488 Ağustosunda   Biçen oğlu Süleyman’la yaptığı bir savaşta hakka yürümesiyle yerine büyük oğlu Yar Ali geçmiştir. Yar Ali’nin çevresinde toplanan yığınlar Uzun Hasan’ın oğlu Yakup Bey’i kuşkulandırmış ve  Haydar’ın üç oğlunu da tutuklattırmış ve  dört yıl süreyle İstar Kalesinde hapsetmiştir.Yakup Bey’in ölümü üzerine oğlu Rüstem üç kardeşi hapisten çıkarttı. Ancak Yar Ali 1493 yılında öldürüldü. Bu sıralarda 6 yaşlarında bulunan  İsmail babasının bağlıları tarafından  kaçırılarak saklandı.Uzun bir ara  gözlerden ve gönüllerden  uzak tutulan İsmail bu sıralarda çok iyi yetiştirildi.Çocuk yaşlarda bilim ve becerisi, yeteneği, zekası, sanat ve Edebiyata  ilgisinin yanında çok iyi bir savaşçı gibi de yetiştirilmişti.

    Akkoyunlu devletinin içindeki huzursuzluk İsmail’e yaradı. İsmail artık açığa çıkmış, halkın kendisine aşırı bağlılığı ve gittiği her yere  binlerce insanın akması çevreyi de ürkütüyordu. İsmail 12 yaşında iken  Gilan’dan ayrıldı. Yanında bulunan mürit (talip) leri ile Erdebil’i ziyaret etmek istedi ancak Erdebil valisi kendisini buraya  sokmadı.

    İsmail, taraftarlarıyla birlikte 1500 yılının hemen ilk baharında Erzincan’a yöneldi. Bu süreler içinde büyük hazırlıklar yapılmıştı. Bütün  boylardan Türkmenler akın akın Erzincan’a akıyordu. Sıvas,Tokat ve Amasya’dan Ustaculu, Şamlu, Rumlu Türkmenleri, Antalya’dan Tekeli Türkmenleri,  Maraş’dan Zulkadir Türkmenleri, Tarsus ve Adana’dan Varsak Türkmenleri  Erzincan’a doğru gidiyordu.

    Erzincan’da toplanan Türkmenler  çocuk yaşlardaki İsmail’in önderliğinde Safavi Kızılbaş Devleti’nin temelini atıyordu. Bu Erzincan kurultayı  Osmanlı’nın doğu ve Güney Doğusunda yeni bir devletin varlığını adım adım hissetmeye başlamıştı.

    1501 Ağustos ayından büyük bir kalabalıkla ayrılan İsmail ordusu, hedefini Şirvana dönmüş ve burada yapılan savaşta Şirvan ordusunu darma dağan etmişti. Şirvan Şahı Firüz öldürülerek, devletin kadrosu, valiler, vezirler, komutanlar hemen belirleniyordu.  Bu hız ve heyecenla Akkoyunlu  Mirza’da yenilmiş ve Akkoyunlu devleti kısa sürede tarihe karışıyordu.

    Bu sıralar İsmail 14-15 yaşlarında fidan gibi bir gençti. Gösterişli, kültürlü, yetenekli, gözünü budaktan esirgemeyen verdiği kararlarda tecrübeli bir hükümdar gibi hareket ediyor ve çevresine güven veriyordu. Bu güvenle aşırı İsmail sevgisi birleşince ölümüne bağımlı bir kitle ve savaşacak ordu ortaya çıkıyordu.

    İsmail artık devletini kurmuş, Akkoyunlu ve Karakoyunlu devlet toprakları İsmail’in olmuştu.İsmail devletin adını dip nededesi Safayidün’ün adından dolayı Safavi devleti koymuştu. Herkes bu gözü pek, genç yetenekli hükümdar karşısında tir tir titriyordı. Ancak İsmail Osmanlı devleti ilişkileri çok iyi gitmekteydi. Osmanlı padişahı Bayazıt İsmail’e oğlum, o da Bayazıt’a baba diye hitap etiğini kaynaklar yazmaktadır.

    Şah İsmail Hatayı devletini kurduktan sonra sarayda kendi çevresini oluşturmuş, ne kadar sanatçı, bilim adamı, ozan varsa artık  Safavi sarayının içinde toplanmaktadır. Sık sık şiir okuma, atışma günleri düzenlenir. Saz söz sarayın en vaz geçilmez durumlarıdır.

    Şah İsmail  Hatayı, Hatayı  adını şiirlerinde mahlas olarak kullanmaktadır. Zaten  hükümdar Şah İsmail Şair Dede Hatayı ile yan yana konulması mümkün olmayan bir durum gibi görülmektedir. Şiirlerindeki, incelik, güçlü felsefe, sevecenlik, sanki hükümdar Şah İsmail’le  çelişir niteliktedir. Bu kadar güçlü ozanlığın yanında çok yetenekli, güçlü büyük bir savaşçı Şah İsmail olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gün ki koşullarda iki ayrı kişiliği yan yana koyan bir kimse ikisinin farklı bir kişi olduğu kanaatine vara bilir. Elde kesin tarihi ve bilinen kaynaklar olmasa böyle düşünmek en mantıklısı denebilir. Sanki iyi ile kötünün yan yana konması gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Bir tarafta güçlü, ezici, acımasız bir Şah, diğer taraftan köşesine çekilmiş tanrısal varlıklardan ve insanın tanrı bütünlüğünde oluşması için köşesinde şiirlerden başka  bir şey düşünmeyen bir halk ozanı  Hatayı vardır.

    Doğuda böyle genç, disiplinli, dirayetli üstelik şiirleri Osmanlı ordusu içerisinde ezbere okunan bir hükümdar varken  Osmanlı devleti ne durumdaydı?

    Bir yanda çok yaşlanmış ikdidar erkini kullanamayan bir padişah 2. Bayazıt, bir taraftan iktidar mücadelesi veren güçlü şehzadeler var.Birincisi Şehzade Ahmet, iktidara en yakın ve Bayazıt’ın tuttuğu ve bu amaçla çok iyi bir eğitim almış ve Amasya valisi, ikinci Şehzade Korkut, Antalya valisi, üçüncüsü ve en küçük  kardeş Şehzade Selim Trabzon valisi. Her üç kardeşin iktidar mücadelesi yılların birikim ve hazırlığıyla sürmektedir. Şansı çok yüksek olan Ahmet’i Anadolu Türkmen Alevileri tutmakta, Korkut’u kendi yakın çevresi tutarken, gözünü budaktan esirgemeyen, atak bir şehzade olan Selim’i ise Anadolu eşrafı, toprak ağaları, Sünni dini guruplar desteklemektedir.

    Selim’in arkasındaki güçlü destek paradır.Daha Trabzon valisi iken bir padişah gibi çalışıp, bir padişah gibi karar alma uygulama becerisin rahatlıkla göstermektedir. O dönem padışah olacakmış gibi Anadolu’da  Alevi ileri gelenleri, Şah İsmail yanlısı görüntüsünü  hissettiklerinin defterlerini,sicillerini tutmaktadır ki padişah olunca o defterler dürülsün.

    Padişah’ın oğlu Ahmet’i İstanbul’a davet etmesi  Selimi erken hareket etmeye sevk etmiştir.Ahmet’in her hareketinde babasını sıkıştırmaktan geri durmamaktadır. Sonuçta kurnazlığı ve zekası sayesinde babasını alt etmesi ve kardeşlerinin işini bitirmiştir.Hemen iktidar koltuğuna oturunca bütün yapacaklarını sekiz yıllık bir yaşamına sığdırmış. İlk olarak kimi kaynakların doksan bin, kimi kaynakların da kırk bin diye yazdıkları  Alevi katliamını gerçekleştirmiş, Şah İsmail’in üzerine giderek o güçlü ve inançlı orduyu perişan ederek Çaldıran’da savaşı kazanmıştır.Ardından Mısır üzerine sefer yaparak Fatımileri yenip halifeliği Osmanlı’ya kazandırmıştır.

    İşte bu tarihten  sonra Alevi inancı taşıyanlar için Anadolu’da yaşamak zorlaşmıştır.     

    Şah İsmail  Hatayı için Çaldıran gerçekten de büyük bir yıkım olmuş, her şeyini kaybetmiştir.Karısını bile.Bu moral çöküntüsüyle inzivaya çekilen genç ve güçlü hükümdar sanırım yaşamının geriye kalan bölümünde Hatayı olmayı başarmış denebilir. Yoksa onca şiiri genç ve savaş dönemine sığdırmış olamazdı. Zaten buna zaman da yoktu.

    “Şah İsmail’in yaşamını salt savaşlar öyküsü olarak ele almak kanımızca çok yanlıştır. Kısa sayılacak ömründe (37) yıllık yaptığı işleri ele almak bu büyük adamın gerçek dehasını hiçbir kuşkuya yer vermeden ortaya çıkartır. Diyebiliriz ki Oğuz- Türk kültürünün ve birliğinin yaşaması için çırpınan Şah İsmail, bu alanın  Hacı Bektaş’dan sonraki ikinci odağıdır. Soruna yalnız Sünni ve Osmanlı gözüyle bakan tarihçiler onu “mülhit,zındık,müflüs,lain” diye nitelerler”

    Kimileri ne söylerse söylesin, kimileri de yanlı ve yanlış nitelesin, o insanlardan  Türk kültür ve düşüncesine çok büyük hizmetler vermiştir. Onun hükümdarlığıyla birlikte Tebriz sarayında Türkçe şiir okuyanların sayısı günden güne çoğalmış ve adeta saray bir ozanlar evi durumundadır.Şah İsmail’in Yavuz’a yazdığı Türkçe mektuplar, Yavuz’un da Şah İsmail’e yazdığı Farsça mektuplar zaten bu kültürün kimlerin yozlaştırdığını,kimlerin koruduğunu da açıkça ortaya koymaktadır.

    Başka söze ne gerek var.

    Şiirler zaten söyleyeceğini söylüyor

      Nejat Birdoğan, Şah İsmail Hatai, Can yayınları 1991 s.9

     Abdul Baki Gölpınarlı, şiilik s.172

      Nejat Birdoğan, age.s.9

     Nejat Birdoğan, age.s.18


    Gülağ Öz

    Devamı..
  • Abdal Musa - (Alevi Önderi, Alevi Önderleri)

    Abdal Musa, Anadolu’da Aleviliğin yayılmasında, gelişmesinde büyük katkıları olan bir Alevi önderidir. Kesin doğum tarihi bilinmemekle birlikte, 1300 ile 1400’lü yıllarda yaşadığı sanılmaktadır. Abdal Musa Sultan, Bektaşi Alevileri tarafından çok önemsenen bir zattır. Hacı Bektaş Veli’nin en seçkin halifelerinden biridir. Abdal Musa adına cem düzenlenmektedir. Abdal Musa, Abdal Musa postu olarak adlandırılan, meydandaki on iki post sıralamasında yer alan ayakçı makamı ile de önemini ortaya koymuştur.








    Hemen hemen bütün Alevi önderleri için geçerli olan tarihsel kesinlik, Abdal Musa için de sözkonusudur. Bazı kaynaklar Abdal Musa Sultan’ın Hacı Bektaş Veli’nin akrabası olduğu yönündedir. Aslı Horasan’dadır. Bugün Anadolu’nun bir çok yerinde Abdal Musa’ya atfedilen yerler vardır. Bunların en önemlisi, Antalya ilinin Elmalı yöresinde bulunan Tekke köyündeki dergâhtır. Büyük ihtimalle Abdal Musa Sultan, Anadolu’da bir çok yeri gezip görmüş, insanları aydınlatmıştır. Sonunda Elmalı yöresine gelip dergâhını kurmuştur. Bu dergâhta yüzlerce kişiyi eğitmiştir. Bunlar arasında Kaygusuz Abdal da vardır. (Bilindiği gibi Kaygusuz Abdal, seçkin bir Alevi önderidir.)

    Bilinmesi gerekenler; Abdal Musa Sultan, Anadolu’daki Alevi örgütlenmesini geliştiren, kurumsallaştıran, yüzlerce kişiye eğitim verip irşad eden, bir büyük önderdir. Doğum tarihi, nerede hakka yürüdüğü gibi tarihsel bilgiler mühim olmakla birlikte esas değildir. Esas olan, Anadolu Alevileri adına cemler düzenlediği, kurbanlar kestiği ve bu ulu şahsiyetin insanlığa sunduğu hizmetlerdir. Abdal Musa Sultan Velayetnamesi ile Abdal Musa hizmetini sürdürmektedir. Ayrıca her yıl Abdal Musa Sultan adına Tekke köyünde şenlikler yapılmaktadır.

    Abdal Musa Sultan’ın günümüzde de geçerliliğini koruyan düşüncelerinde kısa bir kesit:

    Mümin ol

    Halim selim ol

    Ahde vefa et

    Müsibete sabret

    Sözü düşün sonra söyle

    İbadete malına güvenme

    Yalan söyleme

    Hak divanından ayrılma

    Bilmediğin kişiye yar olma

    Vaktini zayi etme

    Kimsenin uğradığı kötü duruma gülme

    Kendinden ulu kimse ile mücadele etme

    Dünya için gönlünü mahzun etme

    Mevki sahibi kimseye yüzsuyu dökme

    Devamı..

Son Makaleler

Popüler