Yunus Emre ve Hacı Bektaş Verli Dergâhı
Konya'dan çıkış o çıkıştır. Yunus, Belhli feodal bey oğlu İbrahim Edhem'in gizemine ermiş:
İbrahim Edhem baktı tacı tahtı bıraktı
Hak yoluna uyaktı ol sırrı duyan benim
diyerek kırsal kesimdeki halk arasına karışmıştır. Belki daha doğrusu, muhalif Türkmen halk yığınları arasına girmiştir. Uzun gezilere çıkıp, kendini ararken, bu tanıma arayışı onu çekerek ulu Pir Hacı Bektaş'a getirmiştir. Tapduk Emre'nin kişiliğinde “Er”ini bulmuş ve onun rehberliğinde Hacı Bektaş’ın ulu dergâhına ulaşmıştır.
Deniliyor ki “mademki Yunus'un Hacı Bektaş'a bu bağlılığı vardı, neden şiirlerinden hiçbirinde Hacı Bektaş Veli'den sözetmez?” İki şiirinde adı geçiyor diye Mevlana'ya bağlamak daha mı mantıklı? Kaldı ki, yazımızın başlarında da sözünü ettiğimiz gibi, en az 12 şiirinde Tapduk Emre'nin adı geçiyor. Kaldı ki Yunus, girişte verdiğimiz şiirinde Hacı Bektaş’ın “doğruluk dost kapısıdır” sözünü işlemiş ve:
“Doğruluk bekleyen dost kapısında
Gümansız ol bulur ilahi devlet
Yunus o kapıda keminde kuldur
Ezelden ebede dektir bu izzet”
demektedir. O, doğruluğu dost kapısında bekliyor; çünkü tanrısal varlığın-varsıllığın orada bulunduğundan kuşku duymuyor. Bu kapı Hacı Bektaş dergâhının kapısıdır ve Yunus burada hizmet etmeyi başlangıçtan sona kadar (ezelden ebede) bir onur saymaktadır.
Bir nokta daha var: Yunus Emre'yi çağından günümüze değin taklit etmeyen ozan yok gibidir. En azından düşüncelerine sanat anlayışına değinilir ve adı mutlaka geçer. Bu yüzden, günümüze ulaşan şiirlerin birçoğunun onun olmadığı söylenir. Hatta Gölpınarlı, kendine özgü ölçütlerle ayıklamayı bile denemiştir.
Gerçek şudur ki, Yunus Emre, uzun yaşamı boyunca elimizdekilerden çok daha fazla şiir üretmiştir. Burada asıl yanıtlanması gereken soru, Yunus'un bu şiirlerinin başına ne geldiğidir. Dünyadan göçüşünden tam ikiyüz yıl sonra Yunus'un “katlinin vacip olduğunu” ilan eden şeriat devleti anlayışının onun tüm şiirlerine hoşgörüyle baktığı düşünülebilir mi?
Yunus, Hacı Bektaş'tan, elbette Âşık Paşa döneği gibi “meczup biriydi, aptalın tekiydi” diye söz etmeyecek, onu “Ulu Pir” ve “Kutb-ül Evliya” olarak gösterecek, göklere yükseltecekti. Ancak, Baba Resul'un gözde halifesi Hacı Bektaş Veli'ye yapılan övgüler, ne Selçuklu'nun, ne Osmanlı'nın ve ne de öteki Sünni beyliklerin işine gelirdi.
Söylenen o ki, Yunus'un Divan'ını ele geçiren Molla Kasım, Yunus'un bin şiirini okuyup havaya, binini de suya atmış, “şeriata aykırı” diye. Derken şiirlerden birinde kendi adının geçtiğini ve yapmakta olduğu şiir katliamını önceden haber verdiğini görünce Yunus'un büyüklüğünü anlayıp, bin kez tövbe ederek yırtmaktan vazgeçmiş. Bize kalanlar, bu son bin şiiriymiş.
Halkın belleğinde günümüze değin taşınmış ve güldürü biçiminde öyküleşmiş bu olay, bize Yunus'un şiirlerinin büyük çapta yok edildiği gerçeğini yansıtıyor. Yunus'un Aleviliği hakkında kuşku yaratmaya çalışanların sorularını yanıtlamış oluyor.