MEDİNE VESİKASI / RIZA ŞEHRİ

Hz. Muhammed ve diger müslümanlar, Nisan ayından itibaren 16 Temmuz 622 gününe kadar Mekke’den Medine’ye hicret ederler.

 

 

 


 

Hz. Muhammed, Hicretin ilk günlerinde, Mekke’li Muhacir ile Medineli Ensar’ın aile reislerini ya da vekillerini toplayarak, müslümanların nasıl kardeş (musahip) olacaklarına ve Mekke’li müslümanların orada nasıl istihdam edileceklerine dair çalışmalar yapar. Her Mekke’li bir erkek ile Medine’li bir erkek musahip edilirler. Hz. Muhammed kendisine Hz. Ali’yi musahip edinir.

Hicret döneminde adı Yesrib olan Medine’de o sıralar pek çok kavim ve inanç mensupları bir arada yaşamaktadırlar. Bunların içinde yeni müslüman olanlar, putperestler, Yahudiler, Hz. İbrahim’in dininden olduklarını söyleyen, ayrıca bir birleri ile kavgalı ve eski husumetleri olan kabileler ve pek çok inanç gurupları vardır.

Hz. Muhammed, Medine’li Enes İbn-i Malik’in evinde oluşturduğu Şura ile onlarla adına “Medine Vesikası” denilen bir anlaşma yaptı. Bu anlaşma ile aralarında büyükproblemler olan tüm Medine’liler bir araya geldi ve bir birlik oluşturdular. Bu birlik tamamen gönüllülük temeline dayalı ve eşit şartlarda ortaklık içerdiği için putperestler de bunu kabullenmiş ve daha sonraki yıllarda Mekke’liler Hz. Muhammed, dolayısı ile Medine üzerine 3 defa ordu göndermesine rağmen (Bedir, Uhud, Hendek Savaşları) onlar Hz. Muhammed ve müslümanlarla birlikte hareket etmişlerdi.

Bu vesikanın hazırlandığı dönemde müslümanlar Medine’ye yeni gelmiş ve tüm mal varlıklarını Mekke’de bırakmışlardı. Hepsinin akrabalarının bir kısmı oradadır. Pek çoğu ayrı bir kabiledendir ve sosyal statüleri farklıdır. Madden yoksul ve başını sokacak evleri dahi olmayan mülteci durumundadırlar. Kaldı ki Medine’li kabilelerin bir kısmının iç sorunları vardır. Bir birleri ile kavgalı ve bir birlerine güven duymayan durumdadırlar. Kabilelerin bir kısmının özel istekleri olmuş ve bunun metne alınması istemindedirler.

Hz. Muhammed ve onunla beraber Hicret edenler müzakere döneminde bunları da göz önüne almak durumundaydılar. Bütün bunlara rağmen onlar olağanüstü bir Vesika hazırlamış ve tüm kabile ve inanç guruplarını bu metin etrafında ortak hareket eder noktaya getirmişlerdir. Hz. Ali’nin Mektuparını, Medine Vesikası / Rıza Şehri Mutabakatını ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini okuyup karşılaştıralım. Bakalım önümüze nasıl bir İslam tablosu çıkıyor. Bütün bunları yan yana getirdiğimizde şunları görürüz.

 

  • 1- İnsan Hakları Evrensl Beyannamesi aslında Hz. Muhammed ve Hz. Ali tarafından hazırlanmış, Batı Dünyası ise Evrensel Beyannameyi, Hz. Muhammed’in sunduğu Mutabakattan tam 1326 sene sonra ancak deklare edebilmiştir.
  • 2- Batı Dünyasının bunu 1948 yılında deklare etmesinin altında yatan asıl gerçek, 2. Dünya Savaşının acılarını küllendirmek ve bir barış ortamının oluşmasına hizmet etmektir.
  • 3- Batı Dünyasının önderlik ettiği Deklarasyonda, bunun hazırlanmasının neden geç kalındığı ve nereden esinlendiğini anlatılmamıştır.
  • 4- İnsan Hakları Evrensl Beyannamesi ağırlıklı olarak Batı Dünyasının değerlerini gözetmektedir.Bu yüzden bazı ülkelere Birleşmiş Milletlerde Veto Hakkı tanımıştır. Veto Hakkı tanınan ülkeler genelde batı değerlerine sahip olan ve gözeten ülkelerdi.r
  • 5- Bu ülkelerden 2 tanesi İngilltere ve Fransa birer Avrupa ülkeleridir. İnanç olarak Hristiyan ülkeleridir. 3. Ülke ABD ise Batı Avrupa’nın değerlerinin devamıdır. Süreçte siyasal ve ekonomik alanda öne çıkmasına rağmen egemen anlayış Hristiyan Batı mentaliteleridir. Temel değerleri oradan gelmedir ve orası ile örtüşmektedir. 4. Ülke olan Rusya kısmı olarak Avrupa’lıdır. Dinsel ağırlık olarak Hristiyanlığın başka bir mezhebi olan Ortadoks inancı egemendir. Evrensel Beyanname imzalandığında siyasal olarak Sosyalist inşaa dönemi içinde olması itibarı ile kısmi bir farklılık görülse de, netice olarak batı değerlerini gözetir ve aynı dindendir. Kaldı ki Sosyalist inşaa sürecinde yaşaması temel değerlerinden uzaklaşmamıştır. Örneğin bu dönem içinde Hristiyan dini uygulamalarına kısmi sınırlamalar getirse de, dini arşivleri yok etmemiş, hiç bir Kiliseyi yıkmamış, bilakis geldiği değerleri korumuş ve kollamıştır. Bu oluşuma mesafeli olan tek ülke Çin’dir. Gerek coğrafi, gerek inanç ve kültürel mentalitesi ile, ve gerekse siyasal yönetim şekli ile batıdan ayrıdır. Fakat bu ülkenin varlığının, bütün içinde fazla bir farklılık arz etmediği göz ardı edilmemelidir.
  • 6- Birleşmiş Milletlerde Veto Hakkı olan ülkelerden hiç bir İslam değildir. Hiç biri Afrika coğrafyasından değildir. Hiç biri Latin Amerika, başka deyimle yerleşik (tarihsel) Amerikan değerlerinden değildir. Bunların içinde siyasal ve ekonomik alanda yoksulların coğrafyasından, başka deyimle 3. Dünya ülkelerinden hiç biri yoktur. İlginç bir örtüşme ile Hristiyan ve Batı ülkelerinin değerleri egemendir.
  • 7- Batı Dünyası öncülük ettiği ve oluşturduğu İnsan Hakları Evrensel Beyanamesinin uygulanmasında zaman zaman önemli ölçüde ihlal de bulunmaktadır. Kanlı Savaşların çıkması ve sürdürülmesi, Kapitalist üretim ilişkilerinin değerlerinin öne çıkarılması, yoksul ülkelerin kapitalist sömürüye maruz kalmalarına rağmen rehabilitasyonunlarının ihmal edilmesi, korkunç bir silahlanma yarışı ile insan kaynaklarının heba edilmesi doğal olarak bu oluşumun samimiyetini sorgulatır. Ayrıca Birleşmiş Milletlerin, başka ülkelerin özlük haklarını ihlal eden ülkelere karşı zaman zaman müsamaha göstermesi, hatta Veto hakkı olan kimi ülkelerin bu ihlallere öncülük etmesi (Irak Savaşın da olduğu gibi) samimiyetini sorgulatan diğer önemli etkenlerdendir.
  • 8- Batının İnsan Hakları ve Demokrasinin gelişim sürecinde, Batı dünyası dışındaki coğrafyayı görmede özellikle ketum davrandığını, İslamın veya başka etkenlerin katkılarını es geçip ulaşılan medeniyetin Antik Helenistik çağın (Eski Yunan) değerlerinin devamı olduğunu vurgulaması, dinler, kültürler ve mentalitelerin iyi anlaşılmasında ciddi bir örtü görevi görmektedir.
  • 9- Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin dönemini kapsayan Beyannamede olası tereddütler ve iyi anlaşılamayan noktaların, o günün şartları gözetilerek yorumlanması ve değerlendirilmesi gerektmektedir.
  • 10- Rıza Şehri Beyannamesine göre insanlar Din, Dil, Irk, Cinsiyet konusunda eşit ve özgürdürler.
  • 11- Rıza Şehri Beyannamesine göre İslam da (inançta) zorlama yoktur.
  • 12- Rıza Şehri Beyannamesine göre İslam tüm insanlığa Evrensel Değerler gözetilerek bakar. Evrensel değerlere denk düşmeyen yaklaşımlar red edilir.
  • 13- İslam Dini ve Rıza Şehri Beyannamesi, Ehli Beyt ve onu sevenler, onu sahiplenenler tarafından sürdürülmüştür. Aynı değerlerin devamını savunan örneğin Hacı Bektaş Veli’nin EDEB ( eline, diline, beline sahip ol) felsefesi, 72 Millete tek nazarla bakmayı slogan etmesi, Kadını okumayan Milletin yükselmeyeceği (gelişmeyeceği) tesbitleri de gösteriyor ki İslam dini ve Evrensel değerleri Ehli Beyt ve ona bağlı olanlar tarafından savunulmakta ve ileriye taşınmaktadır.
  • 14- Aleviliğin temel inanç kurallarından biri olan 4 Kitaba bir nazarla bakmak, özellikle vurgu yapılan Kalü Bela’dan (Ezelden beri) İslam olmak, söylemlerinde sevgiyi öne çıkaran Yaradılanı Severim Yaradandan Ötürü (Yunus Emre), sözleri gibi deyimler, İslamın Evrensel Değerlerinin hem batıdan çok daha önce deklare edildiğini, hem her türlü eşitliği içerdiği ve hem de sevgiyi (Tasavvuf) öne çıkarması bakımından birer örnektir.
  • 15- Bütün bunlar bir araya getirildiğinde Aleviliğe virtinde görülen veya öyle yansıyan İslam elbisesinin dar geldiği, Aleviliğin Evrensel olduğu, Aleviliğin diğer semavi dinlerin doğrularını da sahiplendiğini görmekteyiz.
  •  
  • Bu vesile ile Ehli Beyt sevgisinin İslamın temel değerlerinden olduğunu, Alevi inancının Ehli Beyt sevgisi ile yoğrulduğunu, İslam dininin, dünyanın en çağdaş ve en ileri değerler manzumesi olduğunu görürüz. Hz. Ali de Ehli Beytin bir üyesi ve İmamların ilki olarak bu inancın aktarımında çok önemli misyonu olan bir Bilge ve Evliya’dır. Onun aktarımlarını gördüğümüzde hiç bir tereddüte meydan bırakmayan bu büyüklüğü, erdem arayanlara veya gerçeği sorgulayanlara yeteri kadar veri sunmaktadır.

 

MEDİNE VESİKASI / RIZA ŞEHRİ METNİ

Bismillahirrahmanirrahim.

  • 1. Bu deklârasyon, Allah’ın Rasulü Muhammed tarafından Kureyş, Yesrib mü’minleri ve müslümanları ve bunlara tabi olanlarla, onlara sonradan katılanlar ve onlarla birlikte savaş ve savunmayı teahhüt edenler arasında düzenlenmiş bir kitap / vesikadır.
  • 2. Bu vesikayı deklâre edenler, diğer insanlardan ayrı bir Ümmet (topluluk) teşkil ederler.
  • 3. Kureyşli Muhacirler, kendi aralarında adet olduğu üzere kan diyetlerini birlikte ödemeye iştirak ederler. Ve onlar savaş esirlerinin kurtuluş fidyelerini, mü’minler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre ödeyeceklerdir.
  • 4. Avr Oğulları, kendi aralarında adet olduğu üzere kan diyetlerini önceki şekilde birlikte ödemeye iştirak ederler. Her birim (grup) savaş esirlerinin kurtuluş fidyelerini, mü’minler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre ödeyeceklerdir.
  • 5. Hazrec Bin Haris Oğulları,
  • 6. Saide Oğulları,
  • 7. Cüşem Oğulları,
  • 8. Neccâr Oğulları,
  • 9. Avr Bin Amr Oğulları,
  • 10. Nebit Oğulları,
  • 11. Evs Oğulları,
  • 12. (A) Mü’minler, aralarındaki ağır malî yükümlülük altında bulunan hiç kimseyi, çaresiz bırakmazlar. Ödemesi gereken savaş fidyesi veya kan diyetini, iyi ve makul bilinen esaslara göre ona verirler, (B) Hiç bir mü’min başka bir mü’minin mevlası (özel şartlarda anlaşmalı bulunduğu kimse) ile onun aleyhine ittifak yapamaz.
  • 13. Kuralları uygulamada titiz davranan bütün mü’minler, aralarındaki saldırgan, haksız bir fiilin eylem hazırlığı içinde olan, bir cürüm, bir düşmanlık peşinde koşan veya mü’minler arasında bozgunculuk çıkaran kişinin üzerine gideceklerdir. Bu kişi, içlerinden birisinin biricik çocuğu da olsa hepsinin eli onun aleyhinde kalkacaktır.
  • 14. Hiç bir mü’min bir kafir karşılığında bir mü’mini öldüremez ve bir mü’min aleyhinde bir kafire yardım edemez.
  • 15. Allah’ın zimmeti (himaye ve teminatı) tektir. Mü’minlerin sosyal statüsü en düşük olan birisinin verdiği teminat bile hepsini bağlar. Mü’minler diğer insanlardan ayrı olarak birbirlerinin mevlası (ahiddaşı) dırlar.
  • 16. Yahudilerden bize tabi olanlar, zulme uğramaksızın ve aleyhlerine bir mücadele kampanyası başlatılmaksızın yardım ve desteğimize hak kazanırlar.
  • 17. Mü’minlerin barışı tektir; hiç bir mü’min Allah yolunda girişilen bir savaşta, diğer mü’minleri hariç tutarak bir barış andlaşması yapamaz; bu barış, mü’minler arasında birlikte ve adalete göre yapılır.
  • 18. Bizimle birlikte savaşan her askeri birlik, birbirleriyle nöbetleşe görev yaparlar.
  • 19. Mü’minler, birbirlerinin Allah yolunda dökülen kanlarının intikamını alacaklardır.
  • 20. (A) Hükümleri uygulamada titiz davranan mü’minler, en iyi ve en doğru yol üzerindedirler, (B) Hiç bir müşrik, düşman bir Kureyşlinin mal ve canını himayesi altına alamaz, bir mü’mine karşı O’nun yanında yer alamaz.
  • 21. Bir kimsenin bir mü’mini öldürdüğünün sabit olması halinde, kendisine kısas hükümleri uygulanır. Maktülün velisinin rızası dışındaki hallerde bütün mü’minler o kişinin üzerine giderler. Ancak sadece kısas hükümlerinin uygulanması için yapacakları girişimleri kendilerine helal olur (daha ileri gidemezler).
  • 22. Bu sahifede yazılı olanları kabul edip Allah ve Rasulüne iman eden hiç bir mü’mine, bir katile yardım veya yataklık etmesi helal olmaz. Kim böyle birisine yardım eder veya sığınma hakkı tanırsa, kıyamet gününde Allah’ın lanet ve gazabı onun üzerine olsun. Artık böyle birisinin ne özrü kabul edilir, ne de ondan bir fidye alınır.
  • 23. Üzerinde ihtilafa düştüğünüz şey ne olursa olsun, iletileceği nihai merci; Allah’tır, Muhammed’dir.
  • 24. Yahudiler, savaştıkları sürece, mü’minlerle birlikte savaş giderlerini öderler.
  • 25. Avf Oğulları Yahudilerı, (bu konuda) mü’minlerle birlikte bir ümmet (bir topluluk) oluştururlar. Yahudilerin dinleri kendilerine, müslümanların dinleri kendilerinedir, (dînî vecîbelerini özgürce yerine getirme konusundaki bu hükme) hem kendileri hem de mevlaları (özel hükümlü ahiddaşları) dahildir. Ancak bunlardan haksızlık eden veya suç işleyen hariçtir. Böyle birisi, ancak kendisine ve ailesine zarar verir.
  • 26. Neccar OğularıI Yahudileri de, Avf Oğulları Yahudilerinin sahip oldukları haklara sahiptirler.
  • 27. Haris Oğulları Yahudileri de.
  • 28. Sa’ide Oğulları Yahudileri de.
  • 29. Cüşem Oğulları Yahudileri de.
  • 30. Evs Oğulları Yahudileri de..
  • 31. Sa’lebe Oğulları Yahudileri de. Ancak bütün bunlardan haksız fiil ve cürüm işleyenler hariç tutulur. Onlar ancak kendi canlarına ve ailelerine zarar verir.
  • 32. Cefne Ailesi, Sa’lebe Oğullarının bir koludur ve Onların tabi oldukları hükümlere tabidirler.
  • 33. Şütaybe Oğulları da. Kesinlikle kurallara uyulacak, aykırı davranılmayacaktır.
  • 34. Sa’lebe Oğullarının mevlaları (özel şartlarda kendilerine bağlı olan ahiddaşları) kendileri gibidir.
  • 35. Yahudilere sığınmış ve bağlanmış olan kimseler, Yahudiler gibidir.
  • 36. –(A) Yahudilerden hiç kimse Muhammed’in izni olmadıkça askeri sefere çıkamaz, (B) Bir yaralama olayında, onun intikamının alınmasına engel olunamaz. Fırsat kollayarak cinayet işleyen kimse, o cinayetiyle kendisini ve ailesini tehlikeye atmış olur. Ancak, zulm eden bir zalime karşı işlenmiş cinayet, bundan müstesnadır. Allah, bu kurallara en iyi uyanlarla beraberdir.
  • 37. –(A) Kendilerine savaş açan olursa, bu yasaya (sahifeye/belgeye) tabi olan Yahudilerin ve müslümanların arasında tam bir dayanışma olacak, Yahudiler kendi savaş giderlerini, müslümanlar da kendi savaş giderlerini karşalayacaklardır. Her iki kitlenin, aralarında istişare, tavsiye ve samimi bir dayanışma olacak, bütün haksız fiil ve kötülüklere karşı en iyi yol izlenecektir, (B) Hiç bir kimse müttefikine karşı bir suç işleyemez. Zulme maruz kalana tam destek ve yardım verilecektir.
  • 38. Yahudiler savaştıkları sürece mü’minlerle birlikte savaş giderlerini öderler.
  • 39. Yesrib vadisinin içerisi, bu vesikaya bağlı olanlara haram (dokunulmaz) bir bölgedir.
  • 40. Himaye altındaki kişi, kimseye zarar vermedikçe ve suç işlemedikçe kendisini himaye edenin haklarına sahiptir, O’nun gibidir.
  • 41. Himaye hakkı, bu hakka sahip olanlar dışındakilerce verilemez.
  • 42. Bu deklârasyonu (sahifeyi) onaylayan taraflar arasında bir olay veya kötüye gitmesinden korkulan bir anlaşmazlık çıkması halinde, çözüm için başvurulması gereken son merci, Allah ve Allah Rasulü Muhammed’dir. Ve Allah, bu yasada (sahifede) bulunan kuralları en titiz uygulayan ve onlara en iyi uyanlarla beraberdir.
  • 43. Ne Kureyş ne de O’nlara yardım edenlere himaye statüsü tanınamaz.
  • 44. Yesrib’e karşı ani bir baskın ve saldırı düzenlenmesi halinde, Yahudiler ve Müslümanlar arasında tam bir dayanışma olur.
  • 45. –(A) Yahudiler, müslümanlar tarafından yapılacak bir barış andlaşmasına veya yapılan bir andlaşmaya katılmaya çağrıldıklarında, o andlaşmayı yapacaklar veya yapılan andlaşmaya katılacaklardır. Şayet O’nlar benzeri bir andlaşma yapmaya veya yaptıkları andlaşmaya çağıracak olurlarsa, müslümanlardan aynı mukabeleyi görme hakkına sahiptirler. Ancak, din konusunda savaşanlar, bundan müstesnadır, (B) Bu durumda her grup, kendilerine ait kısımdan sorumlu olacaklardır.
  • 46. Bu yasanın (sahifenin) taraflarınca leh ve aleyhlerinde belirlenen bütün hükümler, gene bu yasaya taraf olanlarca tam bir iyi niyet içinde uygulanmak üzere Evs Yahudilerinin hem kendileri hem de mevlaları için geçerli hükümlerdir. Bu hükümlere uyulur, fesad çıkarılmaz, aykırı davranılmaz. Haksız çıkar sağlayan ancak kendisine zarar vermiş olur. Allah, bu yasadaki (sahifedeki) hükümlere en doğru ve riâyetkâr olanlarla beraberdir.
  • 47. Bu Kitap (Vesika), bir zalimi veya suçluyu cezalandırmaya engel olmaz. Medîne’de ikamet edip kalan da O’radan (bir başka yerleşim bölgesine veya sefere) çıkan da güven içinde olacaktır. Ancak zulm eden ve suç işleyen bu güvenden müstesnadır. Buradaki hükümlere uyan ve bu hususta titizlik gösterenin ilk hamisi Allah’tır. Ve Allah’ın elçisi Muhammed bütün bunların takipçisidir.
  • Araştırmacı T.V. Arnold, Peygamberimiz’in kurduğu bu toplumsal birliğin önemini şu şekilde ifade etmektedir:

“Önceleri tek bir emire kesinlikle itaat etmemiş olan o Arabistan, birdenbire siyasi bir birlik haline geliverdi ve o mutlak amire kendisini teslim etti. Yüz kadar küçük sosyal gruptan meydana gelmiş olan ve sürekli olarak birbirleriyle karşılıklı düşmanlıklarda bulunan küçük-büyük nice kabilelerden Hz. Muhammed bir birlik meydana getirdi .”

Medine vesikasına göre tüm inançlar ve kabileler hiçbir baskı altında kalmadan istediği dini, inancı, siyasi görüşü ve felsefi seçimi yapmakta özgürdürler. Metin de, kabileler arasında buna rağmen bir sorunun olması durumunda baş vurulacak üst otorite Hz. Muhammed’dir ve metni imzalayan tüm guruplar Hz. Muhammed’in himayesi altındadırlar.

Alevilikte sürekli kullanılan “Rıza Şehri” kavramı bu şehirdir. Yan yana ve dostca yaşamayı kapsayan bu gönüllü beraberlik ve hoş görü anlayışı, barış ve özgür ortam Alevilikte kutsiyetle anılır. “Rıza (razı olma)” ve “Rızalık (gönüllü olma, onaylı” kavramlarının dayandığı esas tarihsel veri budur

İnsanların iç barışı gözeterek ve bir arada, tamamen gönüllülüğe dayanan, bu kente Alevilikte bu yüzden “Rıza Şehri” olarak kalplerde yer edinir. Bu sahiplenme Alevilikte insanı Tasavvuf kapısına götürür.

İslam kaynaklarına göre gerek Medine Vesikasını imzalayan bir kısım Medine’li kavimler ve gene aynı metini imzalayan bazı Yahudi kabileleri, İslamiyetin süreç içinde güçlenmesinden dolayı zaman zaman bu anlaşma metinleri dışına çıkmışlardır. Hatta bu konuda bir çok ayetler bile vardır. “Çevrenizdeki bedevî Araplardan ve Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, biz biliriz onları. Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir.(Tevbe: 101), ‚’Allah, içinizden (savaştan) alıkoyanları ve yandaşlarına: “Bize katılın” diyenleri gerçekten biliyor. Zaten bunların pek azı savaşa gelir. (Gelseler de) size karşı pek hasistirler. Hele korkugelip çattı mı, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince ise, mala düşkünlük göstererek sizi sivri dilleri ile incitirler. Onlar iman etmiş değillerdir; bunun için Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu, Allah’a göre kolaydır.(Ahzab: 18, 19)”

Ancak bütün bunlar genelin kendisi içinde bütünlüğe fazla etki yapmayan küçük istisnalar olsa gerek. Kaldı ki burada söylemek istediğimiz müslüman olmayan kabile ve gurupların samimiyetleri değil, Hak Muhammed Ali yolunu sürdüren samimi insanların olaya yaklaşım biçimleridir. Onlar içlerinden çıkan nifak tutumlarına ve ihanete rağmen kendi verdiği sözlere bağlı kalmış ve o şehre ‚”Rıza Şehri” deyimini günümüze kadar sürdürmüşlerdir. Burada söylenmek istenen özü ve sözü bir olanların icraatları değerlendirmeleridir. Önemli olan İslamiyetin kısmen etkin olduğu zaman ve alanda oluşturulan bu ilk metnin bize İslamiyetin özü ile ilgili bir fikir verebilmesidir.

Aradan geçen tam 1326 sene sonra ve 2 Dünya savaşı yapan Dünya nihayet ortak bir metinde anlaşıyor ve 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini imzalıyor.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi elbette son derede gerekli ve çok geç oluşturulan bir anlaşmadır. Batı Dünyasının yaşadığı büyük bir hüsran sonrası, özellikle 2. Dünya Savaşının kayıplarını ve acılarını küllendirmeyi amaçlayan bu anlaşmanın temel esinti kaynağı olarak Medine Vesikasını, diğer bir anlatımla Rıza Şehrini gösterebiliriz.

Medine Vesikasında bir mutabakat imzalanmasına rağmen “İslamiyet neden bir türlü savaşlardan kendini kurtarmadı diye sorulabilir?”. Başka bir deyimle “Madem ortada bir Rıza Şehri mütabakatı var, o halde Hz. Ali neden savaştı ?” soruları sorulabilir. Hatta “Hz. Ali ne için, niye savaştı?” diye düşünülebilir.

Bunlara verilecek yanıt net ve bellidir. “Rıza Şehri” mutabakatını Hz. Muhammed’in yaşadığı süre içinde Müslümanlar hiç bir zaman ihlal etmemişlerdir. Bu anlaşmanın iptali, başka deyimle ihlali, Peygamberin vefatından sonra başlamış ve giderek özelliğini yitirmiştir. İslam dininin özünden giderek sapmasının, Hilafet hakkı elinden alınan Hz. Ali’ye yapılan haksızlıkla başlaması ve bu haksızlıkların giderek artışını görmeyip, sadece Ehli Beyte yapılan haksızlıklarla sınırlı olabileceğini düşünmek veya öyle görmek insanı yanıltabilir.

Hz. Muhammed, Hz. Ali ve diğer Muhacirler Mekke’den Medine’ye göç etmelerine rağmen Mekke’lilerin zulmünden gene de kurtulamamışlardır. Mekke’liler, İslam önderlerinin öncülüğü ile oluşturulan bu birliğe, daha doğrusu Hz. Muhammed ve diğer inananlara sayısız zulüm ve haksızlıklar yapmış, bununla da yetinmeyerek buranın üzerine 3 defa savaş ilan etmişlerdir.

Bedir (624), Uhud (625), Hendek (627) savaşları hep Mekke’lilerin buraya yaptığı ve bu dini yok etmeye yönelik savaşlardır. Hayber Savaşı ve benzeri yöre kabilelerini kapsayan küçük ölçekli diğer bölge savaşları da dikkatle incelendiğinde, haksız olanlar hep diğerleridir ve müslümanların iştirak ettiği savaşlar meşru müdafadan ibarettir. Bu vesile ile dinde (İslamiyette) zorlamanın olmadığına en açık delil bu ünlü vesikadır.

Bu açıdan bakıldığında Alevi inançlarının ve bu inanca yol gösteren Hak Muhammed Ali ikrarının yüzyıllarca Rönesans yaşayan Batı dünyasından ve onun temel değerlerinden ne kadar ileride ve gerçekçi olduğu ve bir bu kadar da adaletli olduğu rahatlıkla görülür.

Medine Vesikası, başka bir deyimle Rıza Şehri anlaşması doğrudan Hz. Ali’ye ait değildir. Ancak içlerinde yoksulların, bilgisizlerin, kölelerin, çocukların ve çaresiz kadınların da bulunduğu ve toplam sayıları 90 civarında olan başlarında Hz. Muhammed’in bulunduğu Medine’li Muhacirler bu işe önderlik etmişlerdir. Onların içinde bu müzakereleri yürüten insanların sayılarının da bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olduğunu da görürsek bu fotoğraf daha da netleşir. Bütün bunların yanında anlayışı ve inancı, Varlığı ve her şeyi Hz. Muhammed’den ayrı ele alınamayacak olan Hz. Ali’nin düşüncelerinin, Rıza Şehrini oluşturan irade olduğu rahatlıkla anlaşılır. Zira onu Hz. Muhammed’den ayrı ele almak ve düşünmek sanırız yanılgıların en büyüğü olsa gerektir.

 

Önümüze Hz. Ali’nin Valilere gönderdiği genelgelere, örneğin Mısır Valisi Malik Ejder’e mektupta yaptığı öneriler, nasihatler, demokrasi anlayışı ve telkinler ile Rıza Şehri metnini koyarak okuyalım.

Bu iki metine baktığımızda aralarında fazla bir fark olmadığını görürüz. Daha sonra da önümüze İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini koyalım ve karşılaştıralım.

Hz. Ali’nin ve onu var eden Nur’un ne kadar çağdaş ve ileri olduğunu, tüm dünya insani değerlerinin ondan ne kadar geri olduğunu görürüz.

Bütün bunlar bile Hz. Ali’nin ne kadar ulu bir Evliya olduğunu ortaya koyan gerçeklerdir. Bu vesile ile Hz. Ali’yi yeterince tanımayan ve onu sadece Hayber Kalesi Fatihi, Zülfikârın Sahibi, Mazlumların umudu… gibi göreceli doğru tespitlerin ne kadar eksik olduğu gerçeğini görür ve anlarız

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

İgili Makaleler

Son Makaleler

Popüler