HZ. ALİ KİMDİR?
Hz. Ali, Milâdi takvime göre 21 Mart 598’de (bazı kaynaklara göre 21 Mart 599 da) Mekke / Kabe’de doğmuştur. 24. 01. 661 tarihinde ise, Abdurrahman İbni Mülcem-i Murâdîadlı bir Harici tarafından zehirli bir kılıçla şehit edilmiştir. (Kimi kaynaklar Hz. Ali’nin şahadetini 28 Ocak 661 olarak açıklarlar) Kabrinin Necef’de olduğu sanılıyor. Asıl adı Abd’ül Menaf’tır.(8)
Hz. Ali’yi şehit eden bir Harici’dir. Hariciler, Hz. Ali taraftarları içinden çıkan bir guruptur. Hz. Ali Halife olduktan sonra ona başkaldıran ve onu tanımayan Muaviye ile Hz. Ali arasında çeşitli ihtialflar çıktı. Kılıç zoru ile müslüman olanlardan olan Muaviye eskiden beri kin güttüğü ve fırsatlar kolladığı Hz. Ali’ye karşı Osman’ın öldürülme olayını bahane ederek savaş açtı. Sıffeyn savaşı denilen bu savaşı Hz. Ali kazandı. Ancak Muaviye hile ile başka çelişkiler yarattı ve Hz. Ali taraftarları arasında huzursuzluklar çıkarttı. Bu huzursuzluklar sonucu Hz. Ali taraftarları içinden çıkan Harici’ler hem Hz. Ali ve hemde Muaviye’nin ortadan kaldırılmasını planlayarak Hz. Ali’yi şehit ettiler. Muaviye ise yaralı kurtuldu.
Hariciler bu olaydan sonra hep Hz. Ali taraftarları ile savaşarak varlıklarını sürdüren bir gurup olarak günümüze kadar geldiler. Bugün Afrika’nın kuzey taraflarında, Cezayir, Tunus ve Trablus’un bâzı yerlerinde, Doğu Afrika’da, Zengibar’da Maksat ve Oman’da bir miktar mensupları vardır. Asıl merkezleri Zengibar’dır
Alevi inancında Hz. Alinin doğum tarihi 21 Mart’tır ve bugün Nevroz (Nevruz) Bayramı kabul edilir. Aleviler arıca bugünün başka kudsiyetlerine de inanırlar. Nevruz da kimi yörelerde 9 güne kadaroruç tutulur, kurbanlar kesilir, kabirler ziyaret edilir ve sadakalar dağıtılır. Ateşler yakılır, halaylar çekilir, türküler söylenir, yaşama coşku ile bağlanarak umutlar yinelenir. Nevruz Alevilikte bir neşe ve Barış bayramıdır.
Hz. Ali, İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in amcasının oğludur. Onun yanında büyümüş ve eğitimini önemli ölçüde ondan almıştır. İslamiyet’i ilk kabul eden kişidir. Ayrıca Hz. Muhammed’in kızı Hz. Fatima ile evlenmesi vasıtası ile onun damadıdır. Hz. Muhammed’in “Ehl-i Beyt’im” yani ailem dediği kişilerden biridir. Hz. Fatima’dan doğan çocukları vasıtası ile Peygamber soyunun sürdürücüsüdür.
Hz. Peygamber, kendisinden sonra Halifenin kim olması gerektiği konusunda belirttiği beyan ve Hadisleri doğrultusundan yerine Vekil bırakmak istediği kişidir.
Hz. Peygamber bir çok Hadis ve sohbetinde kendisinden sonra Hz. Ali’yi Halife olarak tanıtmıştır. Ne var ki Hz. Peygamberin vefatı ile verilen sözler unutulmuş ve Hz. Ali ile bazı taraftarları Hz. Peygamberin defin işlemleri ile ilgilenirken, diğerleri acele tarafından Ebu Bekir’i Halife seçerek bir oldu-bitti vakası ile Hz. Ali’nin hakkı olan Halifelik makamını gasp etmişlerdir.
Hz. Muhammed’in Halifelik makamını Hz. Ali’ye layık görmesi ve onu önermesi elbette sıradan bir akrabalık ilişkisi olamazdı. Böyle olsa Hz. Muhammed’in kendi diğer bazı akrabalarını da bu mantıkla gözetmesi gerekirdi. Hz. Muhammed bir Hadislerinde Hz. Ali’yi kast ederek ‚”Ali’nin on sekiz özelliği var ki, bunların hiç biri bu ümmetten hiç kimsede yoktur” buyurmuşlardır. Bu özelliklerden bir kısmı sadece akrabalık ilişkisi ve benzeri anlamlarla değerlendirilse bile, diğer başka özellikleri muhakkak ki Hz. Ali’nin olağanüstü birikim ve yeteneklerinden kaynaklanıyordu.
Hz. Muhammed ‚” Ben İlim şehriyim, Ali onun kapısıdır, İlim isteyen kapısına gelsin” derken, diğer bir yanı ile de muhakkak ki Hz. Ali’nin bilgeliğine dikkat çekiyordu.
Hz. Ali’nin en önemli özelliklerinden bir kaçı, insani ahlâk, yiğitlik, mazlumu koruma, cömertlik, yardımseverlik, erdem, vefa, olgunluk ve yola bağlılık konusunda “güvenilir olmak”tır. 1400 yıllık tarih boyuna dillere destan olacak ölçüde sevenlerinin gönlünde taht kurmasının hikmetlerinden biri budur.
Alevi-Bektaşiliğin temel ahlak ilkesi olan “Eline, Diline, Beline sahip olmak” anlayışı Hz. Ali’de simdelenir. Onu bu yolun ana ilkesi haline getirir. Onun günsel yaşam ilkeleri ve yüzlerce söz ve konuşmalarını içeren deyimlerini bir araya getirdiğimizde bu anlamın ne kadar doğru olduğu çok net bir şekilde ortaya çıkar.
Hz. Ali’nin öğretileri arasında en çok öne çıkan öğelerden biri onun büyük ilim sahibi olması ve bunu insanlarla paylaşmak istemesidir. Ayrıca ilimi iyi anlamak, halkın yararına kullanmak, yolu gözetmek anlaşılmalıdır.
Gereksiz ve yanılgılı konuşmamayı özellikle gözetmekte, barış içinde ve hoşgörülü olmayı telkin etmektedir. Zulmü ve insanlara haksızlığı şiddetle men etmekte, defalarca haksızlığa uğranılsa dahi, insanların kendilerine haksızlık edenlere zulüm yapmamalarını ısrarla vurgulamaktadır.
Her türlü yalan, dolan, iftira, ikiyüzlülük ve kem sözden insanları caydırmaya çabalar. Mütevaziliği ve alçakgönüllüğü öven, cahil ve yeterince erdem sahibi olanlardan mesafeli durulmasını öneren, dayanışmayı, dürüstlüğü ve adaleti bayrak edinen bir ulu zattır Hz. Ali. İnsan olmanın temel ilkelerinden biri olarak da nefsin köreltilmesini (kontrol altına alınmasını) tavsiye eder ve uygular.
Hiç bir insanı kınamayı hoş görmediği gibi, insanları mensup olduğu kavimler (ırklar) konusunda da eşit tutar. İnsan haklarına son derece uyan ve saygı duyan, Kul hakkını kutsal gören, insanların kula hakkına riayet etmelerini, müslüman olmasalar dahi tüm insanlara adaletle yaklaşılmasını telkin eder.
Kimsesizleri, yetimleri, dulları, köleleri, yaşlıları, bedensel özürlüleri ve çaresizleri korur. Onlara toplumun dayanışma ruhu ile sahip çıkmalarını, onlara umut verilmesini ister.
Hz. Ali, gönül zenginliğini, mal zenginliğinden üstün tutar. Erdemi, olgunluğu; kişinin kendisini bilmesi olarak görür. Dünyevi tutkulardan uzak mutasavvıf bir kişilik sergiler. Şöhret ve zenginliği önemsemez. İnsanların gönül gözünü açmalarını ve tasavvufa yönelmelerini telkin eder.
Tarihin akışı boyunca binlerce devlet yöneticisi, kahraman, imparator ve din adamı yaşamıştır. Bunların kendi çaplarına göre etkileri olmakla birlikte çoğu unutuldu veya adeta unutulma noktasın gelindi. Hz. Ali ise unutulması bir yana araştırılıp incelendikçe, gizemi ve büyüklüğü daha da arttı. Günden güne daha da fazla bir ilgi ile aranılan bir Evliya oldu.
1400 yıldır dünyanın pek çok farklı coğrafyalarından milyonlarca kişi “Medet ya Ali” diyor. Eşiğine yüz sürmek, kapısına kul olmak dileği ile feryad ve figan ediyor. Yalvarıyor. Yakarıyor. Ona yakın olmanın hayali ve umudu ile çırpınıyor . Onu anıyor. Onu okuyor, deyişlerinde, semahlarında, ayinlerinde ve muhabbetlerinde derin bir coşku ile yad ediyor.
Bunun nedenlerine bakınca karşımıza pek çok olağanüstü özelliklerle donanmış bir dahi ve ulu Evliya çıkıyor.
Hz. Ali hem din adamı ve hem de büyük bir din alimidir.
O hem olağanüstü bir bilgi ile donamış bir filozof hem birikimini toplumu ile paylaşan bir bilge.
O hem arı, hem de arıtıcı.
O hem bir asker hemde bir kahraman.
O hem zengin, hem de yoksul.
O hem devletin başındaki Halife hem de bir işçi veya köylü.
O hem toplumsal hem de siyasal bir önder.
O hem hatip, hem de bilgisine ve kalemine erişilmez bir yazar
O hem zahiri, hem de batini bir sır.
O hem başta, hem sonda.
O hem insan, hem nur.
O hem yaratanın nuruna ulaşmış bir yaratıcı, hem de yaratılmış fakir bir kul.
O hem gözlerin, hem de kalplerin görmeye çabaladıkları deha.
O hakkında yüzyıllardır “Sırrı hakikatına eremedik” denilen Veliullah
Tarihler boyunca pek çok ünlü yazarlar, ünlü araştırmacılar derler ki: “Eğer denizler mürekkep, bütün ağaçlar kâlem olsa, Âdem oğulları yazıcı olsalar, cin tayfası da hesap tutsalar; Yâ Ali, senin fazîletlerini tamamlayamazlar.”
Yine alimler derler ki: “İmâm-ı Ali’yi seven saadete erişmiştir, ona düşman bulunan şakî’dir, her türlü günahı işleyen hayduttur. İmâm-ı Ali’yi sevmek îmandan gelir, ona düşmanlık küfür ve nifâktandır.”
Hz. Ali’nin İsimleri ve özellikleri
HZ. Ali’nin ismi anılırken (K.V.- Keremallahü Veche) denir. Bu onun İslam öncesi hiç putlara tapmadan müslüman olduğu için verilmiş bir unvan veya taltiftir. Hz. Ali sahabenin en büyüklerindendir. Hayatta iken Cennetle müjdelenen on sahâbeden biri ve İmamların birincisidir.
Arap yarımadasında o zamanlar bir gelenek vardır. Insanlara hitap edildiği zaman çocuklarının ismi okunur ve onun babası diye hitap edilirlerdi. Bu günkü türkçe ile yorumladığımızda Ahmet’in babası veya Mustafa’nın babası anlamında kullanılabilir. Ayrıca o yörenin bir diğer geleneği ise biraz da Yahudilerle inatlaşma sonucu edindikleri bir mentalitedir. Yahudi inancında, bu inancın devamı genellikle kız çocukları üzerinden devam eder. Yani Yahudi bir aileden doğan bir kız başka inançtan biri ile örneğin bir Budist ile evlense, ondan doğacak çocuklar otomatikmen Yahudi’dir. Ancak Yahudi bir aileden doğan bir erkek başka inançtan biri ile örneğin bir Budist ile evlense, onun çocukları Yahudi değildir. Yahudi olabilmeleri için bir takım Yahudi inanç presedürlerini yerine getirmesi gerekmektedir. Bu vesile ile soyun, yani neslin yürümesi bu coğrafyada çok önemli görülmektedir. Bu hem Kabile yaşamının bir töresi, hem de dini değerlerin devamı için önemsenen bir değerdir. Arap yarımadasında yaşayan insanların erkek evlatları varsa zaman zaman çocuklarının adları anılarak babalarına hitap edilmesi, ayrıca onları onere eden, onları sevindiren bir hitap biçimidir. Onların soylarının devam edileceğinin tasdik edilmesi, bunun müjdelenerek telaffuz edilmesi anlamına gelir.
Bu vesile ile Hz. Ali’nin diğer künyeleri ise çocuklarının adlarından ötürü Eb’ül Hasan ve Eb’ül Hüseyin’dir.
Peygamber Efendimiz, Hz. Ali’ye hitapta bulunarak kendisine “Ebû Türâb” demiştir. Ebu Türap toprağın babası anlamına gelir. Ayrıca mütevazilik, her türlü bencillik ve kibirlikten uzak olmak, basit bir deyim ile yer olmak, kendisini halk için herkesden daha alçakgönüllü demeye de Turap olmak adı verilir. Hz. Ali’ye bu ismin verilmesinin diğer anlamı da onun yukarıda saydığımız özelliklere sahip olmasıdır. Bu Ulu zat bir sözünde şöyle der “Ben müminlerin Emiriyim. Onların en yoksulunun yediğini yemeli ve giydiğini giymeliyim ki yoksul olanlar hallerinden utanmasın, şükretsinler” Bu mütevazilik ancak kendisine toprak kadar tevazu gösteren insanların genişliğidir. Turaplık ayrıca bir doğa ve evren yasasıdır. Başka bir deyimle Varolma yasasıdır. İnsan topraktan gelmiş ve doprağa dönecektir. Bir insanın kendisini toprak görmesi onun büyüklüğü ve ululuğudur.
Başka bir açıdan baktığımızda da Turaplık (Toprak) cömerttir. İnsanoğluna karşılıksız nimet verendir. Ona ürün ve ihsan ulaştırma, onun gıda deposodur. Toprak olmadan insanoğlu yaşayamaz. Toprak olmadan insanoğlu onun içinden çıkan enerji ve maddelere, doğal madenlere sahip olamaz. Toprak doğayı, başka bir deyimle evreni var eden temel etkenlerden biridir. Güneş, su, hava ve toprak insanoğlunu var eden, ona yaşam olanağı verebilen temel etkenlerdir.
Cenabı Allahın, Hz. Adem’i topraktan yaratması bundandır. Toprağın varlığını ve nimetini red edip onu küçümseyerek “Ademi çamurdan yarattın, beni ateşten. Ben ondan üstünüm ve ona itaat etmem” diyen, Allaha başkaldıran ve nimeti red eden Şeytandır. Şeytan turaba, yani doğaya isyan etmiştir.
Varolma yasasına isyan etmiştir.
Şeytana lanet edilmesi ve tüm kötülüklerin anası olarak kudsi kitaplarda yer verilmesi bundandır.
Toprak ayrıca ayıpları örtendir. Tüm atıklar ve artıklar doprağa atılır. Toprağa gömülür.
Toprak bundan küsmez. Nimet ve ihsanda cimri davranmaz. Yeşillik verir. Bitki örtüsü ile süslenerek insana yaşamı sevdirir. Bu yüzden ona Toprak ana da denilir. O toprakların belirli bir yerinde dünyaya gelip yer yurt edinen insanlar oraya Anavatan derler. Onu sever ve onunla bütünleşirler. Ona sahip çıkarlar. Belirli yerlerini çizerek üstüne harita yapar ve bayrak dikerler. Uğruna şiirler okur, destanlar yazar ve gerekirse paylaşamadıkları için birbirleri ile savaşırlar.
İnsanoğlu toprağın üstünden yararlanır, toprağın altından yararlanır, toprağın çeşidinden yararlanır. Tarih var oldukça üzerinde en çok müzakere edilen, paylaşımında çelişki duyulan gene topraktır.
Toprak kucaklayandır. Toprak bütünleyen, toprak örten, toprak yaşamın temel yasasıdır. İnsanoğlunun üstüne basıldığından dolayı kendini toprak görmesi her ne kadar mütevazilik ise de, diğer güzellikleri ile bir erdemdir. Güzellik ve zenginliktir. Geniş ve büyük olmaktır.
Hz. Muhammed’in Hz. Ali’ye Ebu Turap demesinin ve onun bu künyeyi severek kullanmasının derinliği onun çok yönlü erdemidir.
Hz. Ali’ye Kahramanlığı ve çok cesur olmasından dolayı ona verilen isimlerden Aslan, Allahın Aslanı, Haydar, Kerrâr veya Haydar’ı Kerrâr deyimlerini bir arada değerlendirelim. Haydar, Kerrâr veya Ebu Kerrâr kavramları yiğitliği, kararlılığı, gözüpekliği simgelerler.
Haydar-ı Kerrâr döne döne ve tekrar saldıran, vaya dönerek yılmadan saldıran yiğit anlamında telaffuz edilir. Tanrının Aslanı düzeyinde yiğitliği simgeleyen ve Hz. Ali için söylenen Haydar ismi, Alevi inancında derin bir yer edinmiş ve bu isim nesiller boyu yeni doğan çocuklara verilerek Hz. Ali sevgisi sahiplenilmiştir.
Zaten Hz. Ali’nin en çok bilinen özelliği yiğitliği, özverisi ve yılmadan her tehlikede öne çıkmasıdır. Onun bu yiğitliğinden dolayı pek çok temsili resmi çizilmiş ve pek çok resimde elinde Zülfikârı ile Düldül üzerinde görülmektedir. Hz. Ali ve Hz. Muhammed tarafından Uhud savaşında kendisine hediye edilen çift ağızlı Zülfikâr adı kılıç bütünleşmiş bir simgedirler. Hz. Ali resimleri de bu anlamda genellikle Zülfikâr ile birlikte temsil edilir.
Halıcılarda, kilimcilerde, fotoğrafcılarda bu şekilde çizilmiş pek çok Hz. Ali ve Zülfikâr fotoğrafları vardır. Ancak bu fotoğraflar veya bunu içeren kavramlar sadece ticari alanlarında değil, halkın öz değerleri içinde de geniş yer edinmiştir.
Anadolunun pek çok köy veya kasabalarında kadınlar ve kendileri için çeyiz hazırlayan gelinlik genç kızların pek çoğu bu kompozisyonu içeren danteller, örgüler, yastık yüzleri, bebek örtüleri ve benzeri el işleri yapar, bu görüntüyü yaşamlarının bir parçası olarak kabul ederler.
Hz. Ali ve Zülfikâr, Alevi toplumunun yüreğinin en derin yerine işlemiş, Zülfikârı simgeleyen resim ve kolyeler her eve girmiş ve neredeyse her Alevi gencinin boynuna asılmıştır. Türkiye’nin veya Dünyanın her hangi bir yerinde bir Alevinin başka bir Aleviyi kolaylıkla tanıyacağı ve ayırd edeceği bir simge haline gelmiş, bazen üzerinde bir çok güzel sözlerin de yazılı olduğu bu simgeler beyinlere bir daha çıkmamak üzere kazınmıştır.
Bu vesile ile Zülfikâr ve Hz. Ali’nin birlikte olduğunu yansıtan bu portreler artık Aleviliğe mal olmuş ve Hz. Ali sevgisi olarak, onun adına gönüllere kazınmıştır.
Alevilik konusunda fazla bilgileri olmayan Alevi canlar bile bu imge ile Hz. Ali’nin gönüllerine taht kuran bir yiğit, mazlumun ahını alan bir kahraman olarak görmüş ve kabul etmişlerdir.
Hz. Ali’nin halk arasında kabul gören ve telaffuz edilen diğer bir ismi de Allahın Aslanıdır. Hz. Ali’nin yiğitliğini formüle eden bu imge, onun bir aslan ile olan görüntüsüdür.
Hz. Ali ve Aslan portreleri hem Hz. Ali’nin Allahın Aslanı olduğunu, yani onun adına savaşan, onun yiğidi, onun kahramanı olduğunu içeren bir isim ve kavram, hem de Hz. Muhammed’in 621 yılında Mirac’a giderken yolda gördüğü ve karşılaştığı bir aslanla olan bağıdır.
Hz. Muhammed’in Mirac’da karşılaştığı bir aslanın ağzına yüzüğünü vermesi ve bu yüzüğün 40’lar Ceminde Hz. Ali tarafından ağzından çıkarılarak Hz. Muhammed’e tekrar iade edilmesi, Alevi inancında, Hz. Ali ve Aslan kavramlarını bütünleştirir. Bu yüzden de Hz. Ali’nin diğer çok bilinen ismi ise Allahın Aslanı (Esedullah) oluşudur.
Hz. Ali’nin diğer bir ismi ise Şahı Merdan Hz. Ali’dir. Bu isim de yiğitler yiğidi, bilgeler bilgesi Hz. Ali anlamında kullanılır. Bu sözü yiğitlerin en Şahı ve Şahların en yiğidi olarak da kabul etmek mümkündür. Ama asıl anlamı özünü fakir gören, mütevazi yiğitler yiğididir. Başka bir deyimle kuvvetine ve kudretine güvenip benlik getirmeyen, sürekli tevazu da bulunan yiğitler yiğidi olarak algılamamız gerekir. Bütün bu kavramlar Şahı Merdan Hz. Ali isminde bütünleşirler.
Hz. Ali için kullanılan başka bir isim de Pirlerin Şahı Hz. Ali veya aynı anlamı içeren Evliyalar Şahı Hz. Ali ismidir. 18 bin Alemi var eden nura gösterdiği Takdiri ilahiyyeye ve tam rızâdan dolayı ona “Mürteza” adı da verilmiştir. Evliyalar Şahı ve Murteza isimlerini bir arada değerlendirdiğimizde, onun Hakka tam teslim olmuş, hikmetine Evliyaların ve Ermişlerin akıl sır erdiremediği bir Veliyullahtır.
Hz. Ali’nin makam ve yeri Pir, Piran, yani Pirlerin Şahı, Pirlerin en Ulusu, en büyüğü olarak algılanır. Bu ululuk aynı zamanda Murteza , yani Allah rızasını kazanmış ve ilahiyete tam rıza göstermiş olmakla birlikte ele alınır.
Hz. Ali’nin diğer bir ismi ise Turnalar Şahı Hz. Ali’dir. Hz. Ali’nin sesinin yani avazının çok güzel olduğu ve kulağa hoş geldiği anlamında, çok sonraları onun hakkında telaffuz edilmiştir. Turnanın sesinin çok güzel olduğuna inanılarak Hz. Ali ile Turna bir araya getirilmiştir.
Turnalar Şahı demek, Turna gibi yüksek avazla Ehli Beyt figanını paylaşanların Şahı anlamında söylenmektedir.
Turna imgesinde söylenmek istenen aslında Turnanın kendi değildir elbette. Hz.Ali’yi sevenlerin bağrı yanıktır. Ehli Beytin ve sırf onları sevdikleri için acımasız zulümlere maruz kalan Alevilerin acıları, türkülerden ziyade ağıt tarzında deyişlere, beyitlere aktarılmış ve büyük bir içtenlikle söylenmektedir. Alevi deyiş ve beyitlerin içeriğini sade bir dille aktaracak olsak, çekilen acıyı o kadar içten dile getirmektedir ki en sert yürekler, en merhametsiz taş kalpler bile yumuşamakta ve hüzün çekmektedirler.
Bu yüzden Alevi Cemlerinde beyitler okununca katılımcılar genellikle huşu içinde ağlamakta, Ehli Beyte yapılan haksızlıklar ve acı dile getirilerek, gözyaşı, feryat ve figan ile paylaşılmaktadır.
Cemlerde çalınan saz ve bağlama bu yakarışa daha içten bir rutin kazandırmakta, çekilen acılar karşısında çaresizlik, daha içten Ehli Beyt sevgisine dönüşmektedir.
Turnanın sesinin güzel ve tiz oluşu, bu güzel hayvanın avazının güzelliği olarak algılanmakta, daha yüksek sesle ve daha içten bir avazla yakılan deyişler doğrultusunda Ehli Beyt aşk ve sevgisi dile getirilmektedir.
Alevi Ozanlar ve Erenler bundan dolayıdır ki, Turnada Hz. Ali’nin avazı var diyerek onu Hz. Ali ile sevgisi içinde anar olmuşlardır.
Buna benzer bir durumda şudur. Bazı Alevi bölgelerinde Kaz adeta kutsal görünmektedir. Kazın ayağının 3 parmaklı oluşu ile Hakk Muhammed Ali arasında bir benzerlik kurulur ve kaza ayrı bir sevgi gösterilir. Tabii kaz ayağının 3 parmaklı oluşu kazı kutsal yapmaz. Sadece kudsiyetin kazda sergilendiği gösterilerek Hakk Muhammed Ali sevgisine bağlılık aşılanır. Ayrıca Hz. Ali şehid edileceği (saldırıya uğrayacağı) sabah evden çıkarken avluda bulunan kazların sanki bu durumu hissetmiş gibi avaz avaz bağırarak İmamın önüne geçmeleri ve adeta onun evden gitmesine engel olmak istemeleri de bu ha yvana olan ilgiyi arttırmıştır.
Hz. Ali’nin diğer bir ismi de Şiriyezdan’dır ve Allah’ın arslanı anlamında kullanılır. Allahın Aslanı ile ilgili değerlendirme yukarıda yapıldığı için bu örnekte yenilemeye gerek görmüyoruz.
Ayrıca Şahı Velayet (Velayet eden ve İman edenlerin Şahı), Serpinhan (yardımcı Can, yardımsever Can), Halük-ül Rahman (bağışlayıcılığın yaratıcısı), Emirül Müminin (Müminlerin Emiri / İnananların başı), Bab’ıl İlim (İlim Kapısı), anlamında sevilen isimleri vardır.
Bazı kaynaklar Hz. Ali’nin bin bir isminin olduğunu, güzel olan her şeyde onu gördüklerini, ne kadar güzel eser varsa hepsinde Hz. Ali’yi gördükleri inancından hareketle bu isimleri çoğaltırlar. İsim sayısının bir kaç tane daha fazla yada eksik olması onun şahsında fazla bir önem arz etmez. Ancak Alevi toplumu onu öylesine bir içtenlikle sahiplenmiştir ki, sadece Ali isimleri değil, ona yakıştırılan diğer isimleri bile aynı içtenlikle benimsemiş ve nesiller boyu yeni doğan bebeklere bu isimleri vererek bağlılık örnekleri göstermiştir.
Alevilikte başka hiç bir isim ve kavram yoktur ki üzerinde Hz. Ali kadar geniş ve derin bir iz bırakmış olsun. Aleviler yüzyıllardır bu duygu ile sadece Ali ismi değil, onu başka şekilde çağrıştıran Türabi, Mürteza, Haydar, Bin Ali, Ali Ekber, Ali Haydar, Ali Can ve daha nice isimleriçocuklarınatakarakona bağlılıklarını sergilemektedirler.(6)
Hz. ALİ HAKKINDA İNEN AYETLER:(7)
Asbağ bin Nebate şöyle demektedir : “Kuranın çeyreği Ehl-i Beyt’i kapsamaktadır. Hz. Ali de Ehl-i Beyt’ in reisi konumundadır. Yalnız Hz. Ali için özel olarak inen ayetler üç yüzün üstündedir”.
Bu ayetlerden bazıları şunlardır:
1- Velâyet Ayeti
“Sizin veliniz, ancak Allah, O’nun Resulü ve zikir ederken rüku halinde zekat veren müminlerdir. Kim Allah’ı, O’nun Resulü’nü ve sözü edilen müminleri veli edinirse, hiç şüphesiz, galip gelecek olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır.”(Maide: 55-56)
2- Tebliğ Ayeti
“Ey Peygamber, Rabbinden sana indirilen emri insanlara ilet. Eğer yapmazsan, O’nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur...”(Maide: 67)
“Tebliğ Ayeti” diye bilinen bu ayet, Hz. Peygamber, Veda Haccı’ndan Medine’ye döndüğü zaman, Gadirhum’da nazil oldu. Hz. Muhammed, Cuhfe’ye vardıklarında “Gadirhum” denilen yerde şöyle buyurdular:
“Benim Allah tarafından davet edilip de icabet etme zamanın yaklaşmıştır. Şüphesiz ki, ben de sorumluyum, siz de sorumlusunuzdur. Öyleyse şimdi siz ne diyorsunuz?”
Ashab şöyle dediler: “Biz şahadet ediyoruz”.
Sonra Hz. Muhammed şöyle buyurdular:
“Siz, Allah’tan başka bir ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna, cennet ve cehennemin hak olduğuna şahadet ediyor musunuz?”
Ashab yeniden.”Şahadet ediyoruz.” dediler.
Hz. Muhammed: “Allah’ım, sen şahit ol.” Diyerek şöyle Buyurdular.
“Ey insanlar! Ben sizden önce (Kevser Havuzu başında) hazır olacağım ve siz havuz başında benim yanıma geleceksiniz. O havuzun genişliği, Busra ile San’a arası kadardır. O havuzda, gökteki yıldızlar kadar gümüş kadehler vardır. Orada, ben iki değerli ve kıymetli emanetim hakkında sizi sorguya çekeceğim. O halde onlara karşı benden sonra nasıl davranacağınıza dikkat edin.”
Ashabdan biri: “Ya Resulullah! O iki değerli emanetin nedir?” diye sordu.
Hz. Muhammed şöyle buyurdular: ‘Kuran ve Ehl-i Beytime ipine sım sıkı sarılın. Kevser Havuzunda her iki emanet bir birinden ayrılmadan bana ulaşacaktır. Ehl-i Beyt’im, Nuh’un gemisi gibidir. Gemiye binenler kurtuldular, binmeyenler helak oldular”
Hz. Muhammed sonra Hz. Ali’nin elinden tutup yukarıya kaldırıp şöyle buyurdular:
“Ey insanlar! Allah benim mevlâmdır, ben de sizin mevlânızım ve ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır. Allah’ım, onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol , ona yardım edene yardım et, onu yalnız bırakanı yalnız bırak, onu seveni sev, ona buğzedene buğzet.”
Ve peşinden buyurdular: “Allah’ım, şahit ol!”
Tam o sırada ayet nazil oldu:
“…..Bugün dininizi size kâmil ettim, size verdiğim nimetimi tamamladım ve İslâm’ı size din olarak beğendim.” (Maide: 3)
“(Ey Peygamber!) Sen ancak bir uyarıcısın ve her topluluk için bir hidayet önderi vardır.” (Ra’d: 7)
Taberî, Fahr-i Razî ve Suyutî’den rivayet edilmiştir:
“Hz. Muhammed elini göğsüne koyup şöyle buyurdu: “Benim vazifem uyarıp korkutmaktır, ve her kavmin bir hidayet önderi vardır.” Sora Hz. Ali’yi işaret ederek şöyle buyurdu: “Hidayet önderi sensin ya Ali!
“İman etmiş olan kimse, yoldan çıkmış olan kimse gibi olur mu hiç? Elbette bir olmazlar ”. (Secde: 18)
Velid bin Ukbe’den aktarıldığına göre bu ayette ki “mümin”den maksat, Hz. Ali’dir.
“Acaba Rabbinden apaçık bir delile sahip bulunan, onu yine ondan bir şahit izleyen (...) kimse mi (yalanlanacak)?”(Hûd: 17)
Bu ayette zikredilen “apaçık bir delil”, Hz. Muhammed, “şahit” ise Hz. Ali’dir.
“... şüphesiz ki Allah onun (Peygamber’in) dostudur, Cebrail ve müminlerin salihi de...” (Tahrim: 4)
Gene bu ayette anılan “müminlerin salihi”. Hz. Ali’dir.
“Belleyip kavrayan kulak da onu bellesin.” (Hakka: 12)
Hz. Muhammed, bu ayeti okuduktan sonra Hz. Ali’ye bakarak buyurur: “Allah’tan istedim kibubelleyip kavrayan kulak senin kulağın olsun.” Hz. Ali’de daha sonra şöyle der: “ Hz. Peygamber’den duyduğum hiçbir şeyi unutmadım.”
“Şüphe yok ki Rahman, iman edenler ve iyi işlerde bulunanlara karşı (gönüllerde) bir sevgi bırakacaktır.” (Meryem: 96)
Hz. Muhammed, Hz. Ali’ye şöyle buyurur: “YaAli, de ki: Allah’ım, benim için kendi katında birahit kıl ve müminlerin kalbinde bana karşı bir sevgi bırak.”
“İman edenler ve iyi işlerde bulunanlarsa, işte onlardır yaratılmışların en hayırlıları.” (Beyyine: 7)
Hz. Muhammed, şöyle buyurur: “Ya Ali! Ayette sözü edilen kişiler, sen ve sana uyanlardır.”
Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ı onarmayı, Allah’a ve ahiret gününe iman eden ve Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz?...” Tevbe: 19)
Burada İman edenden maksat, Hz. Ali’dir. Tevbe süresi indiğinde (Hicretin 9. yılı) Hz. Muhammed, Hz. Ali’yi “Hacılara tebligatları bildirmeye elçi olarak tayin eder ve Hz. Ali orada Hacılara 4 Maddelik bir teblikatta bulunur. Bunun bir anlaşma olup anlaşma süresinin sonuna kadar yürürlükte kalacağını beyan eder.
“Durdurun onları, onlar sorguya çekileceklerdir” (Saffat: 24)
Hz. Muhammed bu ayet için şöyle buyurur: “Onlar, Ali bin Ebi Talib’in velayetinden sorguya çekileceklerdir”
“Biz seni onlardan alıp götürsek de yine onlardan intikam alırız ” “(Zuhruf: 41)
Hz. Muhammed bu ayet için deşöyle buyurur: “Bu ayet Ali bin Ebi Talib hakkında indi. Kendisi benden sonra ahdi bozanlardan, adaletten sapıp zulmedenlerden ve dinden çıkanlardan intikam alacaktır.
“Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.” (Tekasür: 8)
İmam Cafer Sadık bu ayet için şöyle buyurur: “Nimetler, Emirül Müminin Ali bin Ebi Talib’ in velayetidir”.
“Allah gönüllerinde hastalık olanların kinlerini hiç meydana çıkarmayacak mı sandılar, dileseydik biz sana onları gösterirdik, sen de onları yüzlerinden tanırdın, ant olsun ki sen onları sözlerinden tanırdın” (Muhammed: 29-30)
Bu ayette de Hz. Ali’ye kini olanlar kast edilmektedir.
“Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun”. (Nahl: 43)
“Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz”. (Enbiya: 7)
Burada Nahl Suresi 43 ve Enbiya Suresi 7. ayetlerde bahs edilen “Bilenlerden” kast edilen kişi gene Hz. Ali’dir. Keza Hz. Ali’de bunu şöyle doğrulamaktadır. “Zikir Ehli biziz”.
Hz. Ali şöyle buyururlar: Bu ümmet yetmiş üç fırkaya bölündü, yetmiş ikisi ateşin içinde ve biri –Ki Allah haklarında şöyle buyurmuştur: “ Yarattıklarımızdan hakka hidayet eden ve adaleti yerine getiren bir ümmet vardır” (Araf: 181), onlar ben ve benim tabilerim(benim yolumu takip edenler)’dir.
“De ki: Hak geldi, batıl yıkıldı, batıl zaten yıkılacaktı” (İsra: 81)
Hz. Ali, Hz. Muhammed’in omuzlarına çıkarak putları kırdığında bu ayet iner. Bu ayette haktan maksat Hz. Ali, batıldan maksat da putlardır.
“İman edip de salih ameller işleyenler yaratılmışların en hayırlısıdır”. (Beyyine: 7)
Hz. Muhammed. Hz. Ali’ye şöyle buyurur: Onlar sen ve sana uyanlardır Ya Ali. Kıyamet gününde razı olmuş ve rıza görmüş olarak geleceksiniz, senin düşmanların ise gazap ve suç yüklü olarak gelecekler.
“Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk (Kalü belâ), dediler”. (Araf: 172)
Hz. Muhammed bu ayet için şöyle buyururlar. “Allah da onlara şöyle buyurdu: Ben Rabbinizim, Muhammed Peygamberiniz, Ali de Emir’inizdir”.
“Ve aralarında bir müezzin (münadi), Allahın laneti yalancıların üzerine olsun diye bağırır.(Araf: 44)
Muhammed bin Hanefi’denaktarıldığına görebabası Hz. Ali şöyle buyurdu: “..ayetindeki müezzin (münadi) benim”.
“Önde geçenler, öne geçmişlerdir” (Vakia: 10)
Bu ayette bahs edilen ümmetin önde gideni Hz. Ali’dir.
“Senden önceki peygamberlere sor” (Zuhruf: 45)
Resulullah Miraca çıktığında Allahu Teala onunla birlikte bütün Peygamberleri bir araya topladı ve şöyle buyurdu: “Ey Muhammed, ‘Senden önceki peygamberlere sor,’ ne üzere gönderildiniz?” Hz. Peygamber sorunca dediler ki:Biz, Lâ ilâhe illallâh şehadeti, senin peygamberliğinin ikrarı ve Ali bin Ebi Talib’in velayeti üzerine gönderildik.
“Aralarında perde vardır, Araf’ın üzerinde onları yüzlerinden tanıyan adamlar vardır.” (Araf: 46)
Hz. Muhammed,Ey Ali, sen ve senden sonraki vasiler Cennet ve Cehennem arasındaki Araf’sınız. Cennete, sizi tanıyıp, sizin de kendisini tanıdığı kimseden başka kimse geçmeyecek. Cehenneme de sizi inkar eden ve sizin de kendisini inkar ettiği kimseden başka geçmeyecektir.
Hz. Ali de bu konuda şöyle buyurur: “Kıyamet gününde Cennet ve Cehennem arasında duracaklar biziz. Bizi seveni yüzünden tanıyıp onu Cennete geçireceğiz, bizi buğzedeni de yüzünden tanıyacağız ve Cehenneme geçecek”.
“De ki: Benimle sizin aranızda tanık olarak Allah ve yanında kitabın ilmi bulunan yeter” (Ra’d: 43)
Hz. Muhammed,şöyle buyurur. “.. sizin aranızda tanık olarak bulunan Ali bin Ebi Talib’dir”.
“Allah müminlere kifayetetti” (Ahzap: 25)
Abdullah bin Mesud’danaktarıldığına göre: “Hz. Ali, Hendek savaşında Amr bin Abduved’i öldürdüğünde bu ayet indi”.
“Mallarını gece, gündüz, gizli ve açıkta harcayanlar yok mu, onların ödülleri Rableri yanındadır, onlara hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar” (Bakara: 274).
İbn-i Abbas ve Mücahit’ten aktarıldığına göre: “Ali’nin dört dirhemi vardı, birini gece, birini gündüz, birini gizli, birini de açık olarak nafaka verdi. Sonra bu ayet indi”.
“Onlarbirbirlerine neyi soruyorlar, o büyük haberi mi, onda ihtilafa düşmüşlerdir.” (Nebe: 1, 2, 3).
“Velayet hak olan Allah içindir.” (Kehf: 44),
İmam Cafer-i Sadık’tan aktarıldığına göre. “Velayet, Emir’ül Müminin Hz. Ali’nin velayetidir.