Hz. Ali ilkelerin İnsanıdir

Hz. Ali gerçeğini bütün yönleriyle anlamaya, kavramaya ve mümkün mertebe yaşamımıza katma çabalarımız devam ediyor.

Hz. Ali'ye asla tek boyutlu veya sıradan bir önderlikmiş gibi bir bakış açışıyla yaklaşmamak gerekiyor. Hz. Ali, sıradan bir önderlik ve tarihte yaşamış önemli bir tarihsel kişilik olmanın çok çok ötesinde anlamlara sahiptir. Daha önceleri de çeşitli vesilelerle belirtmeye çalıştığımız gibi, Hz. Ali'yi bütün boyutlarıyla tanımalıyız. Hz. Ali'yi tanıdıkça onun değerini ve temsil ettiği değerleri daha iyi öğrenmiş ve böylece daha çok sahiplenmiş oluruz. Bütün insanlık Hz. Ali'yi bütün boyutlarıyla tanıyıncaya kadar, bizler Hz. Ali'nin önemini ve onun şahsında temsil olunan değerleri tekrar tekrar dile getirmeye devam edeceğiz.

 


Hz. Ali, ilkelerin insanidir. Şartlar ne olursa olsun, -hatta onun aleyhinde olsa bile- Hz. Ali asla ilkelerinden taviz vermemiştir. Oysa ilkeli olmak geçmişte olduğu gibi günümüzde de pek çok kimse tarafından pratikte değeri olmayan bir kavramdır. Bir çok kimse çıkarlarını her şeyin üstünde tutarak, hiç bir ilke ve kural tanımaz. Çıkarlar söz konusu olunca, –özellikle de maddiyat, para-  ilkeler, değerler, hakkaniyet, mertlik, insanlık unutulduğu gibi her türlü alçaklık, ilkesizlik utanmazca savunulur. Oysa insan ilkeleriyle vardır. Her şeyden önce kendisine karşı saygısı vardır. Ancak maddiyat ve daha başka çıkarlar söz konusu olduğunda kendisine saygısını yitiriyor, değersiz, ilkesiz bir insan ortaya çıkıyor. İlkelerini parayla, pulla değiştiren insan her türlü haksızlığın davetçisi ve uygulayıcıdır. Böylesi ilkesizlerin hakim olduğu bir toplumda güven, merhamet, iyilik, dostluk, dürüstlük, samimiyet olur mu? Olmaz. Olmadığı içinde her daim bir kuşku ile yaşanır. Kuşku ve güvensizlik hastalıklı bir ruh halini ortaya çıkarır. Böylesi toplumlarda bir birlerini tüketmeye ve dolayısıyla yıkılmaya, yok olmaya mahkumdurlar.

İlkeler konusunda Hz. Ali'nin halifeyken bazı uygulamalarına dikkati çekmek gerekiyor. Bu uygulamalarda asla ilkelerden ve doğrularından taviz yoktur. Sünni ilahiyatçı Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlali'nın “Hz. Ali ile ilk ‘üç halife‘ arasında gerçekten de görüş farklılıkları var mıydı?“ sorusuna verdiği objektif olmayan cevap bile bu konuda fikir sahibi olmamızı sağlayabilir. Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı soruya şöyle cevap veriyor: “Bu soruya tabii çok değişik şekillerde cevap vermek mümkün. Bir kere Hz. Peygamber'in sahabelerinin tamamının, görüşlerinin birbiri ile bütünüyle uyuştuğunu, her konuda tamamen aynı istikamette görüş belirtiklerini söyleyebilmek oldukça zordur. Elbette bütün sahabe, bütün Müslümanlar belli konularda aynı görüşleri paylaşmışlardır. Ama özellikle yönetici konumunda olan, ki sizin sorunuzdan da o anlaşılıyor, Hz. Ali ile diğer üç halife arasında, olaylar karşısında görüş farklılıklarının neler olduğu soruluyor ise; burada birtakım somut örnekler vermek mümkün. Bir kere Hz. Ali, sahabenin hemen hemen tamamının kabul ettiği, Hz. Peygamber'in de bizzat belirttiği gibi, görüşlerine son derece itimat edilen ve adalet konularında, fıkıh konularında, bütün sahabe arasında en üst noktada olduğu bilinen bir gerçektir. Bu Hz. Peygamber'in birçok hadisiyle tescil edilmiştir. Sahabenin sözleriyle de aynı şekilde belirlenmiştir. Mesela Hz. Peygamber'in bir hadisi var: “Asabım arasında adli konularda en bilgili kişi Ali Bin Ebu Talip’tir" diyor. Hz. Ömer’in bu konudaki sözü ise son derece dikkat çekici; kendi halifeliği döneminde Ebul Hasan’ın yani Hz. Ali’nin bulunmadığı bir adli ve fıkhı meselede ‘Allah’a sığınırım’ diyecek kadar ileri gidiyor. Mesela İbn-i Mesut’tan aktarılan bir hadis var hatırımda kaldığı kadarıyla; ‘biz daima Medineliler arasında fıkıh konusunda en yetkili kişinin Hz. Ali olduğunu ifade ederdik” diye söylüyor. Bunlar gösteriyor ki; Hz. Ali, çok küçük yaştan itibaren Hz. Peygamber'in yanında yetişmiş olmasının getirdiği avantaj ile Kuran-ı Kerim’i çok iyi bilen bir insan. Hz. Peygamber Kuran-ı Kerim’in uygulamalarına son derece bağlı olduğu için ve onun amacını Hz. Peygamber'den doğrudan tespit etme fırsatını elde ettiği için, hemen hemen bu konuları sahabe arasında en iyi bilen kimseydi. Şimdi bu konularda, Hz. Ömer’in, Hz. Osman’ın, Ebu Bekir’in uygulamaları ile Hz. Ali’nin uygulamaları arasında birtakım farklılıklar var mıydı, yok muydu? sorusu çerçeveyi oldukça zorlayacak ve genişletecek. Geniş olayları değerlendirme yoluna gidebileceğimiz bir alan. Ama ben şunu ifade edeyim; Hz. Ali Hz. Ebu Bekir’in zamanında, bildiğiniz gibi Ridde Savaşları yapıldı. Ridde savaşları dinden dönenlere karşı yapılmıştı. Kuran-ı Kerim’de ve Peygamberin sünnetinde bununla ilgili herhangi bir hüküm yok. Dinden dönenlerle yapılan veya yapılması gereken savaşlar konusunda herhangi bir hüküm yok. Ali’nin ve Ömer’in içinde bulunduğu bir gurup sahabe elinde delil olmadığı için Ebu Bekir’e bu savaşı yapamayacağını söylediler. Bu insanlar, dine dönmeyi kabul ettiler. Ama zekât vermek istemediler. Tekrar dine dönmeleri halinde zekât verip vermeyecekleri konusunda bir hüküm olmamasını dayanak gösteren sahabeye karşı, Ebu Bekir’in de haklı olarak, zekâtın toplumsal bir mesele olduğunu öne sürerek; ‘dine dönebilirler ama bu insanların mutlaka zekât vermeleri gerekir’ şeklinde bir uygulaması olmuştur. Toplumsal bir olay olan bu meselede, “ben onlar zekat verinceye kadar onlarla savaşırım" demiştir . Benzeri bir olaya Hz. Ali’nin hilafeti döneminde rastlıyoruz. Ebu Bekir’in bu olayına karşı çıkan Ali’ de bu defa kendi halifeliği döneminde, maaş dağıtımı konusunda çok ilgi çekici bir uygulama yapmıştır. Bilindiği gibi, İslam toplumunda askerlere ve onların aile bireylerine düzenli maaş dağıtılması ve uygulaması Hz. Ömer zamanında başlatılmıştır. Hz. Ömer, maaş dağıtımda, Hz. Peygamber'in yakın akrabalarından başlayarak, sahabenin Bedir ve diğer savaşlara katılanlarına göre barem tespit etmiştir ve ona göre de aylık maaş dağıtmıştır. Hz. Osman zamanında da, onun yakın akrabaları ve İslamda öncelik vasfına sahip olan şahıslara daha cömert davranmış olsa bile, Hz. Ömer’in uygulamasını devam ettirmiş. Ama yakın akrabalarına bir ayrıcalık tanındığı için İslam toplumunda da ayrıcalıklı bir sınıfın doğmasına neden olmuştur. Hz. Osman’dan sonra hilafet mevkiine gelen Hz. Ali, önceki halifeler döneminde, savaşlara göre yakın akrabadan başlayarak düzenlenen bareme karşı çıkmış ve ‘Müslümanlar arasında bu eşit olarak paylaştırılacaktır' demiştir. Halife olduğunda bu görüşünü gerçekleştirmiş ve Beyt-ül-mal’de yani devletin hazinesinde mevcut olan parayı; Arap ya da Mevali, erkek ya da kadın, hür ya da köle ayırımına gitmeksizin, bütün Medinelilere eşit olarak dağıtmıştır. Onun bu uygulamasına, başta Ümeyyeoğulları ve Medine’nin ileri gelenleri şiddetle karşı çıkmıştır. Ancak o, ısrarla Allah’ının ve Peygamber'inin sünnetine uyan bu icraatından hiç vazgeçmemiş. Osman’ın yaptığı gibi, Arapları ve onların ileri gelenlerini siyaseten kazanmak için onlara daha fazla maaş uygulamasına hiç itibar etmemiş ve "Onlara Mevali’den daha fazla para verirsen bu insanlar seni daha çok destekler’’ tarzındaki teklifleri de elinin tersiyle reddetmiş. Ve Allah’ın malının dağıtımında bir ayrım yapamayacağını açık açık ifade etmiştir. Mesela, onun bu uygulamasından, bizzat kardeşi Akil şikayetçi olmuştur. Çünkü Hz. Ali savaşa katılmayan Akil’e bir pay ayırmamıştır. Akil ‘O bana bir pay vermiyor’ diye Hz. Ali’ye karşı çıkmış ve Şam’a giderek Muaviye’den yardım istemiştir. Bunlar birer tarihi olaydır.”* İşte bizlerin Hz. Ali ilklerin insanıdır derken bunu söylemeye çalıştık. Yani kardeşin için olsa bile asla doğrularından ve ilkelerinden taviz vermemektir. Kim bunu yapabilir ki? Bunu ancak Hz. Ali gibi yüce şahsiyetler ve onun yolunda gitmek isteyenler, onun değerlerine bağlı olanlar yapabilir. İnsanlar günümüzde değil ilkeleri doğrultusunda yaşamayı, adeta maddiyat ve diğer çıkarları için her şeyi yapabiliyorlar.

O dönemlerde de birileri Hz. Ali'ye “aman Arapların önde gelenlerinin gönlünü hoş tut, onlara herkeslerden fazla maddiyat ver, Arap olmayan ve alt sınıflardan olanları dışla böylece sen hep iktidarda kalırsın” demişlerdi. Ancak Hz. Ali, herkese eşit davranmıştır. Asla ilkelerinden ve değerlerinden zerre kadar taviz vermemiştir. Hz. Ali'nin iktidarda kalayım, yakın çevremi zengin edeyim, çocuklarıma miras olarak mal mülk bırakayım gibi bir derdi olmamıştır. O her daim insanlığın daha anlamlı bir yaşamın sahibi olması için çalışmıştır. Çocuklarına da bu şanlı mirası bırakmıştır. Oysa başkaları iktidara gelmek için olmadık hilebazlıklar, dümenler çevirirler. İktidara geldiklerinde ise ceplerini doldururlar. Daha fazla iktidarda kalmak için her türlü rezilliği yapar, her türlü haksızlığı uygularlar. Buna da siyaset derler. Oysaki bütün bunlar, Hz. Ali'nin de belirttiği gibi yanlıştır. Doğrusunu, yani nasıl insanlık yararına siyaset yapılıp insan yönetileceğini Hz. Ali göstermiştir. Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı'nın da belirttiği gibi bunlar Sünni ilahiyatçıların bile kabul ettiği yok sayılamaz gerçeklerdir.

 

*Ayhan Aydın

Akademisyenlerle Alevilik-Bektaşilik Söyleşileri

Horasan Yayınları, sayfa; 71,72,73

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

İgili Makaleler

Son Makaleler

Popüler