Hz. Ali’nin Erdemleri Kazım Balaban ÖNSÖZ
ÖNSÖZ
Sevgili Dostlar..!
Doğduğumuz evde gözlerimizi açtığımızda evimizin duvarında, yağlı bir beze sarılı ve üstü elişi dantel ile işlenmiş, beyaz kumaştan yapılan torbaya benzeyen bir paketin içinde tefsirli Kuran-ı Kerim vardı. Onun hemen yanında bir kaç da büyük resim asılı duruyordu. Aradan zaman geçtikçe duvardaki resimlerin bazıları yenilendi. Ama bir resim vardı ki zamana direnircesine yerini sürekli korudu. Bu Hz. Ali’nin temsili resmi idi.
Bu özellik elbette sadece ailemize özgü bir şey değildi. Köylerimizde, çevremizde, dostlarımızın evlerinde de bu böyleydi.
Hz. Ali hakkında ki ilk bilgileri Alevi inancına son derece bağlı aile büyüklerimizden öğrendik. Onlar da öyle derin Ehl-i Beyt aşkı vardı ki, Hz. Ali’nin veya Hz. Hüseyin’in ismi her anıldığında, onların ya gözleri doluyor, ya derin bir iç geçiriyorlardı.
Böyle bir ailede büyüdük. Büyüklerimizin duaları bize sürekli “Ehl-i Beytin katarından ve didarından ayrı düşmeyesiniz” olurdu.
Sonra evimizi şenlendiren, gönlü Ehl-i Beyt aşkı ile dolu, cemali nur gibi parlayan Seyyitlerimizden , Pirlerimizden, Mürşütlerimizden, Rehberlerimizden, İkrarımızdan onu duyduk ve dinledik. Kendilerinden çok şey öğrendiğimiz Başköylü Hasan Efendiyi (yeniden rahmetle yad edelim), ondan öğrendik. Zaman ilerledikçe Ehli Beyt, dolayısı ile Hz. Ali hakkında daha fazla öğrenmeye, öğrendikçe daha fazla sevmeye başladık.
İnsan onu yakından tanıdıktan sonra, daha önce ne kadar büyük bir hazineden mahrum kaldığını üzülerek fark ediyor.
Onun zalime karşı yiğitliği ve kahramanlığı, onun yoksula umut, mazluma derman oluşu, onun yüksek adalet sahibi ve adil oluşu, onun bilgeliği, onun sosyal, onun çağdaş oluşu ve saymakla bitmeyecek kadar büyük erdemleri üzerinde barındırması sıradan bir insan için inandırıcılıktan uzak gibi görünebilir. Ama kaynaklarına inip onu tanıyanların aktardıklarını okuduğunuzda bunun anlamını daha iyi kavrıyorsunuz. Yüzyıllardır Alevi Ozanların, Erenlerin, Evliyaların, onun methine doyamayanların anlattıkları “Hikmetinin sırrına varamadık ya Ali” sözlerindeki derin aşkı kısmen de olsa fark ediyorsunuz.
Hz. Muhammed bir Hadisinde şöyle buyururlar. “Ben ilim şehriyim, Ali onun kapısıdır. İlim arayan kapıya gelsin”. Bu hadisin okunmasından sonra yaşananlara baktığımızda yüzlerce insanın Hz. Ali’den ilim ve irfan almak için adeta sıraya girdiklerini görürüz.
Ondan ilim ve irfan alanlar kimi oturdu bunu bir yerlere yazdı, kimi bunu evlatlarına veya dostlarına aktardılar. Onlar da bunu kuşkusuz başkalarına aktardılar.
Aktarıla, aktarıla günümüze kadar geldi.
Ehl-i Beyt dostlarında, o zamanı ve kişileri anlatan o kadar zengin bir birikim var ki, hangi olayı öğrenmeye kalksanız yüzlerce kaynak, yüzlerce tanığa ulaşırsınız. Aktardıkları konular arasında adeta söz birliği etmişlercesine sadece çok küçük nüans farklılıkları görürsünüz. Bu benzerlik Mısır’da ki alimde, Basra’da ki Bilgede, Balkanlarda ki Bektaşi ve Anadolu’da ki Seyyit’te de böyledir. Çünkü hepsi aşk ile bağlanmış ona. Hepsi ondan ilham almış, onda ışık görmüştür.
Bunları okuduğunuzda neden 1400 yıldır onbinlerce yol evladının büyük bir aşk ile “Eşiğine yüz sürmek nasip olurmu ya Ali?” diye özlemle tutuştuklarını daha iyi anlarsınız.
Hz. Ali zamanın en büyük bilgesi, filozofu, devlet adamı, askeri, din adamı ve adaletli bir uygulayıcısıdır. Onu sadece elinde Zülfikâr’ı ile Düldül’ü üzerinde mazlumun ahını alan bir yiğit olarak tanımlamak yetmez. Onun erdemleri aslında çok ama çok daha fazladır.
Biz bu kitabı hazırlarken ulaştığımız kaynakların, aktarmamız gereken cevahirin çok küçük bir kısmını aldık. Onun siyasal kavgalarının detaylarına girmedik. Onun yiğitliklerini konu edinen Cenklerine, Ehli Beyt’i kapsayan boyutlarına girmedik. Yer darlığı sebebi ile sadece küçük örneklerle sınırlamaya çalıştık.
Alevilik 4 Kitabı Hakk görür. Biz ezelden beri (Kalü Bela) Hakk dinini savunuyoruz derler. Hz. Ali elbette diğer Semavi kitaplarda da yazılıdr. Okunur ve bilinir. Biz Oraya da girmedik. Sadece dar bir alandan derleme yapmaya çalıştık.
Onun hakkında dile getirilen, aktarılan okyanus kadar bilginin ve erdemin sadece bir kaç damlasını buraya almaya çalıştık. Bu yüzden almadığımız ve aktarmadığımız diğer sayısız örneğin eksikliğinden dolayı dostlarımız bizi hoş görsünler.
Bugün dünya haritasına baktığımızda göze ilk çarpan İslam ülkelerinde ki görüntü insanı ürkütmektedir.
Bazen oturup düşünüyorsunuz. Acaba Hz. Muhammed ve Hz. Ali bu İslam için mi çabaladılar?
Bu İslam için mi savaştılar?
Bu İslamı mı yer yüzünde egemen kılmak istediler?
Kesinlikle Hayır.
Bu İslam, onların İslamı değil.
Bu uygulama ve görüntü onların istediği İslam değil.
Onların İslamı kitapta kısaca değindiğimzi Rıza şehri İslamıdır.
Onların İslamı Tasavvuf İslamıdır.
Onların İslamı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini 1400 sene önce kaleme alan ve uygulayan İslamdır.
Sevgi ve Barış İslamıdır.
Bir arada ve kardeşçe, dostça yaşama İslamıdır.
Eşit haklara ve Hukukun üstünlüğünü esas alan İslamdır.
Göze ilk çarpan ve şimdi genellikle uygulamada olan bu İslam ise Emevi İslamıdır.
Bu dini Kılıç zoru ile benimseyenlerin İslamıdır.
İslam dinini intikam ve kin üzerine oturtan, talan ve soygunlara alet eden, bağnaz ve yobazlık üzerine kurulu olan ve akıttığı kana bir türlü doymayan İslam, Hz. Ali’nin İslamı değildir ve olamaz.
Diri diri insan yakan, Din adına fetva verip iftiralar atan ve katliamlara davetiye çıkaran, mazluma ah çektiren, kendi dışındaki tüm değerleri red eden anlayış İslam değildir ve olamaz.
Hz. Ali’nin erdemleri ve tarihi duruşu bilinmeden onun hakkında yapılan değerlendirmeler insanı yanıltabilir. Onu çözümsüzlüğe götürebilir veya çözüm adı altında başka bir yanlışa yönlendirebilir. Bunu gidermenin biricik yolu, söz konusu kavramı irdeleyerek değerlendirmektir.
Onu kalemler yazmakla bitiremez. Onu diller okuyarak tam anlatamaz.
Arada bir dalar gidersiniz. Acaba bağlama olmasaydı Anadolu’nun müziği, çoşkusu böyle zengin olabilir miydi? Beyitler, deyişler o zaman böyle etkileyici olur muydu?
Bağlama olmasaydı her halde Anadolu müziğinde büyük bir eksiklik olurdu. Tuzu katılmamış yemek gibi her halde çok lezzetsiz olurdu.
Hz. Ali olmasa Alevilikte her halde böyle içi boş bir Alevilik olurdu.
Hz. Ali’siz bir Alevilik ne oluşabilir, ne anlatılabilir, nede düşünülebilir.
Hz. Ali sevgisi, Aleviliğin sadece lezzeti değil, ayrıca onun izzeti ve ikramıdır.
Onun kemali ve erdemidir. Onun Alfabesi, onun okulu, onun diplomasıdır.
Alevilik onunla güzel olur, onunla güzel görünür, onunla savunulur ve onunla yaşanılır.
Hz. Ali’nin yeri bugünkü görünen dünya haritasında belki hak ettiği yer değildir ama o sevenlerinin kalbinde büyük bir yer edinmiştir. Elbette gönüllü bir yer edinmedir bu.
Bu kitap onu sevenlere yönelik hazırlanmıştır. Arife tarif gerekmez, Onu sevmek bir Rızalık (Gönüllülük) işidir. Sohbetimiz zehiri bal edenlerledir.
Muhabbetlerimle
Kazım Balaban / Eylül 2005 Viyana
D
Güzel aşık cevrimizi
Çekemezsin demedim mi?
Bu bir rıza lokmasıdır
Yiyemezsin demedim mi?
Yemeyenler kalır naçar
Gözlerinden kanlar saçar
Bu bir demdir gelir geçer
Íçemezsin demedim mi?
Pir Sultan Abdal Şah’ımız
Hakka ulaşır ahımız
Dost yoludur Semah’ımız
Uyamazsın demedim mi?
d
Gül veren elde gül kokusu kalır.
Çin atasözü