HZ. ALİ’DEN MEKTUPLAR
- HZ. ALİ’NİN MISIR’A VALİ TAYİN ETTİĞİ HARİS
OĞLU MALİK EJDER’E MEKTUBU
Rahman ve Rahim olan Allahın adı ile.
Bu, Allahın kulu Emir-ül Müminin Ali’nin vergisini toplamak, düşmanları ile savaşmak, halkını düzene sokmak, şehirlerini onarmak için Haris – ül Eşteroğlu Malik’i, Mısır’a vali tayin etttiği zaman ona verdiği emirnamedir.
Ona, Allahtan çekinmesini, kullukta bulunmayı seçmesini, kitabında, farzlarına sünnetlerine dair emredilenleri yerine getirmesini buyurur. Çünkü hiç bir kişi yoktur ki Allah’ın emrettiği şeylere uymasın da kutlu olsun ve mutluluk bulsun. Onlara oymayan da yoktur ki asi olmasın, kötülüğe düşmesin. Noksan sıfatlardan arınmış Allah kalbiyle, eliyle, diliyle yardım etmesini buyurur. Çünkü adı ululandıkça ululansın. Allah dinine yardım edene yardım edeceğini, onu üstün tutana üstünlük vereceğini vaad etmiştir.
Sonra şunu bil ki ey Malik, seni öyle bir yere yollamaktayım ki senden önce oradan adaletle hükmeden, zulümle hüküm yürüten nice devletler gelip geçmiştir. Sen kendinden önceki buyruk sahiplerinin yaptıklarını nasıl görüyor, seyrediyorsan halk da senin yaptığın işleri, senin gibi görecek, seyredecek. Sen onlar hakkında neler diyorsan halk da senin hakkında o çeşit sözler söyleyecek. Allah kullarının dillerinde ilham ederde onları söyletirse, temiz kişiler, o sözlerle gerçeği anlarlar, hükümde bulunurlar.
Kendine temiz işleri zahire edin, en fazla sevdiğin azık sence bu olsun. Hevva (cinsel arzu) ve hevesine hakim ol, sana helal olmayan şeyleri yapma, nefsini bunlara meylettirme. Nefsini kötülüklerden alıkoymak, sevdiğin, yahut nefret ettiğin şeylerde ona hakim olmak, ona insafla muamelede bulunmaktır. Halka merhametle muameleyi kendine adet et. Onları sevmeyi, onlara lütfetmeyi huy edin. Onlara karşı yiyeceklerini, içeceklerini ganimet bilen yırtıcı bir canavar kesilme.
Çünkü halk 2 sınıftır. Bir kısmı dinde kardeştir. Sana öbür kısmı yaratılışta eştir. Sana onlar sürçebilirler, kusur ederler, bilerek, yahut yanılarak ellerinden bazı şeyler çıkabilir.
Sen yaptıklarını Allahın bağışlamasını nasıl seviyor, istiyorsan sen de onları bağışla, kusurlarından geç. Çünkü senin mevkiin onlardan üstün, seni bu işe memur edenin mevkii senin mevkiinden üstün, Allah ise vali tayin edenden de üstün, onların işlerini senin emrine vermiş.
Onlarla seni sınamaya uğratmış, Allahla savaşmaya kalkışma sakın, onun azabından kurtulmana çaren yok, bağışlamasına, merhametine aldırış etmemene de imkân yok.
Halkın kusurlarını bağışlayınca nedamete düşme, onlara ceza verince de sevinme, seni yoldan çıkaracak öfkeye kapılıp ceza vermekte tez davranma. Ben onlara buyruk verenim, emrime uyulması gerek demeye kalkışma, çünkü bu gönüle gurur verir, dini gevşetir, nimeti bozar gider. Gönlüne böyle bir düşünce geldimi, gücünün kuvvetinin üstünde olan Allahın gücünü, kuvvetini düşün, onun kudretine karşı aczini gör. Bu başkaldıran, serkeşlik eden nefsini yatıştırır, kibrini, gururunu giderir, yitip giden aklını başına getirir. Sakın Allahın azametiyle boy ölçüştürmeye, O’nun kudretine kendi gücünü, kuvvetini benzetmeye girişme. Çünkü Allah her zorbayı hor, hakir eder. Her baş çekeni, ululananı alçaltır gider.
Allaha karşı insaflı ol, insanlara, ehline, ayaline, adamlarından buyruğuna uyanlardan hoşlandıklarına karşı da insafla muamelede bulun. Böyle yapmazsan bil ki zulmetmiş olursun. Allah kullarına zulmedenin düşmanıysa Allahtır. Allahla düşmanlığa girişenin delilini Allah batıl kılar. Zulümden geçinceye, tövbe edinceye dek o kişi Allahla savaşmış olur. Allahın nimetlerini bozan, zail eden, azabının çarçabuk çatmasına sebep olan şeyler içinde zulümden daha güçlüsü yoktur. Çünkü Allah mazlumların duasını duyar, zalimlere de zamanı gelince azabını yollar.
Halkın valiye en ağır gelen sınıfı bela çağında ona en az yardım eden, adaletten hoşlanmayan, isteklerinde direndikçe direnen, kendilerine ihsanda bulunulduğu zaman en az şükreden, ihsanda bulunulmayınca özrü güç kabul eyleyen, zamanın zorluklarına az dayanan, ileri gelenleridir. Dinin direği olan İslamın topluluğuna sebep bulunan, düşmana karşı duranları ise halk tabakasıdır . Onları sevmelisin, onlara meyletmelisin.
İnsanların ayıplarını görüp gözeten, onlara açıp söyleyen kişiler olsun. Onları kendine yaklaştırma. Çünkü insanlarda ayıp olabilir. Vali ise bunları örtmeye en fazla hakkı olan kişidir. Onların bilmediğin ayıplarını açmaya, öğrenmeye kalkışma, sence bilineni, iyiliğe, temizliğe yormaya bak. Bilmediklerin hakkında ise Allah hükmeder. Ayıpları elinden geldikçe ört. Onların ayıplarını örtmeyi sevdikçe, bu huyla huylandıkça Allahta senin ayıplarını örter, bağışlar.
Halka karşı duyduğun kini bırak, her suça ceza vermeye kalkışma, sence doğru olmayan şeyleri bilmezlikten gel. Halkın kötülüğünü söyleyen kovucu, öğütçülere benzese de garez (kin) sahibidir.
Nekes (cimri) kişi ile meşrevette (lauballi) bulunma, seni üstünlükten alıkoyar, ihsandan men eder, yoksulluğu gösterir sana, seni yoklulluğa sevk eder. Korkakla danışma, işlerde zaafa düşürür, yapacağın işlerden seni alıkoyar. Haris kişiyle de danışma, zulüm ile mal yığmayı gözel gösterir sana. Nekeslik, korkaklık, hırs, ayrı ayrı huylardır ama hepsi birden Allaha kötü zan meydana getirmede birleşir.
Vezirlerinin en kötüsü, senden önce, kişilere vezirlik edenlerdir, suçta onlarla birlik olanlardır. Bunların yerine reisleri onlar kadar isabetli geçkin olan, fakat onlar gibi zalime zulmünde yardımcı, suçluya suçunda ortak olmayan hayırlı kişiler bulabilirsin. Bunların yükü sana daha hafiftir, yardımları sana daha güzeldir, sana besledikleri sevgi daha gerçektir, senden başkaları ile ilişkileri daha azdır. Yanlızken de bunlarla düş kalk, meclislerinde de bunları bulundur.
Sonra acı bile olsa sana gerçeği söyleyen, Allahın dostlarında bulunmasını hoş görmediğin şeylerde sana az müsaade eden kişileri seç, onların gözleri seni gerçeğe götürür, haksızlıktan geri kor. Takva ehliyle gerçek kişilerle dost ol. Onların seni fazla övmene sebep olmalarına müsaade etme, çünkü fazla övülme insanı kibre götürür, faziletten düşürür.
İyilik edenle kötülükte bulunanı, katında bir görme sakın, çünkü onları bir görüş, iyilik edenleri iyilikten vaz geçirtir, kötülük edenleri kötülüğe alıştırır, bunlara layık oldukları muameleyi yap.
Bil ki valinin, halka lütufta, ihsanda bulunmasından, işlerini kolaylaştırmasından başka halkın emniyetini celbedecek bir şey olamaz. Onlara lütf eder, aralarında adaletle muamelede bulunur, işlerini kolaylaştırırsan evvelce yüreklerinde uyanmış bir nefret varsa yok olur, yerini emniyet ve sevgi duygusu tutar. Onlara öylesine muamele etki halk senin hakkında güzel zanna sahip olsun. Gerçekten de iyi ve güzel zan, senin ağır yükünü hafifletir, o yükü senin sırtından alır. Şunu da bilki senin hakında iyi fikir güden , idarenden memnun olandır, kötü fikir taşıyanlar idarenden memnun olmayandır.
Bu ümmetin ileri gelenlerinin, büyüklerinin güttükleri yolu yordamı, halkın alışıp yaptığı, böylece de birbirleriyle uzlaştığı , işlerinin düzene girdiği şeyleri eksiltme. Koyanların icra, sevaba nail oldukları yolu yordamı bırakıp onlara zarar verecek, yeni adetler, yeni yollar icad etmeye girişme, onlardan eksilttiklerinin vebali sanadır.
İdaren altındaki şehirlerin düzene girmesi, halkın huzura kavuşması için daima bilginlerle görüş, bu hususta düşünceli kişilere danış.
Bil ki halk 2 sınıfa ayrılmıştır. O sınıfların bir kısmı öbür kısmının düzene girmesiyle düzelir, huzura erer, bir kısmının öbür kısmından müstesna kalmasına imkân yoktur.
Bu sınıflardan biri, Allah ordusudur, askerlerdir, biri umumi ve hususi işleri düzene koyan kâtiplerdir. Biri adaletle hükmeden, devlet işlerini gören kişilerdir. Biri müslümanların emrine girmiş ve karar merciinde olan katip ehlidir. Vergi veren müslümanlardır. Biri ticaretle uğraşanlar ve sanat ehli olanlardır. Bir de ihtiyaç sahibi olan yoksul kişilerdir ki bunlar bu sınıfların en aşağı ( yoksul) tabakasıdır. Bunların hepsinin de adı Allah katında yeri vardır.
Kitabında, yahut Allahın selamı O’na ve soyuna olsun, peygamberimizin sünnetinde haddi konmuş, farzı bildirilmiştir ki, bu kesim de katımızda korunmaktadır.
Askerler, Allahın izniyle halkın sığınaklarıdır, valilerin ziynetleridirler. Dinin üstünlüğü, eminlik esen yolları onlarla korunur, halk ancak onlarla kalkınır, huzura kavuşur. Askerler Allahın emriyle alınan vergiyle beslenebilirler, düşmanlarına karşı o sayede güç kuvvet sahibi olurlar. Düzene girmeleri ancak o vergiye dayanılarak olur, neye ihtiyaçları varsa onunla düzene sokulur.
Sonra bu 2 sınıf, ancak üçüncü sınıfla kadılar (hakimler), zekât ve vergi memurları ve kâtiplerle nizama girer. Onlar halkın işlerini düzene sokarlar, faydalı şeyleri toplarlar, ileri gidenlerin de aşağıda olanların da işleri onların sayesinde emniyete kavuşur.
Bütün bu sınıfların ayakta durmaları, tacirlerle, sanatkârlarla mümkündür. Onlar halkın muhtaç olduğu şeyleri toplarlar, çarşılara, pazarlara dökerler. Böylece başka sınıfların yapamayacağı işleri yaparlar.
Sonra ihtiyacı olan, yokluk içinde bulunan, aşağı tabaka gelir. Bunları görüp gözetmek, bunlara yardım etmek gerektir.
Allah katında bu sınıfların hepsinin de genişliği vardır, hepsinin de yeri vardır. İhtiyaçlarının giderilmesi, hallerinin düzene sokulması icap eder. Bu da valinin vazifesidir. Valinin, Allahın emirlerini gereği gibi yapar, halkın düzenine çalışır, çabalarken Allahtan yardım dilemesi, hakka riayet etmesi, bu işler kendisine hafif gelsin, ağır gelsin dayanması gerekir.
Orduna sence Allah için, Resülü için ve İmamı için en fazla öğüt verenlerinden, emanet ve iffet bakımından en temiz olanlarından, bilimde en üstün bulunanlarından kumandanlar seç. Bunları öfkelendiği zaman öfkesini yenen, ceza vermekte acele etmeyen, özrü kabul eden, zayıfları esirgeyen, kuvvetlilere karşı gevşemeyen kişilerden seçip tayin et. Bunlar ne zora başvuranlardan olsun, ne zaafa düşenlerden.
Sonra toplumun soy-boy bakımından şereflilerden, temiz ev bark sahibi olanlarından, geçmişlerinde iyilik bulunanlarından, cömertlerinden asker al. Çünkü bunlarda yücelik, büyüklük huyları toplanmıştır.
İyiliğin, adamlığın dalları, budaklarıdır bunlar. Sonra da babaların oğullarını görüp gözetmesi, esirgemesi gibi onların işlerini gör, gözet, araştır, onlara ettiğin iyilik ve ihsan gözünde büyümesin, onlara verdiğin şey az bile olsa aşağı görünmesin sana. Çünkü bu ihsan, sana öğüt vermelerine, seni iyi bilmelerine, tanımalarına vesiledir. Onların büyük işlerini göreceğim diye küçük, ehemmiyetsiz işlerinde ihmal gösterme. Az bir lütfun bile bir yerde işe yarar, ondan faydalanırlar, çoğunun da yeri var, ondan da geri kalmazlar. Askerlerine en çok yardım edenleri, kendilerine ihtiyaçlarını, erzaklarını tam olarak verenleri, yurdu korumak için şehirde kalanlarla savaşa gidenlerin ihtiyaçlarını giderenleri, komutanlarının sence en itibar görenleri olmalı. Onlara öylesine muamelede bulunmalısın ki düşmanla savaşta hepsinin de derdi, fikri bir olsun. Onları esirgemen, sana kalpleri ile bağlanmasına sebep olur.
Valilerin gözlerini aydınlatan işlerin en üstünü şehirlerde, dosdoğru olarak adaleti yaymak, halk arasında sevginin belirmesine sebep olmaktır. Onların sevgileri de ancak gönüllerinin huzura ermesi ile mümkün olur. Öğütlerinin doğruluğu ancak valilerinin hizmet müddetinin sona ermesini dilemeleriyle, idaresi kendilerine ağır gelse de bir an önce gitmesini istememeleriyle mümkün olur. Halkın dileklerini yerine getir, iyiliklerini öv, çektikleri zahmetleri say, dök, çünkü güzel huylarını fazla anman, onların yiğitliklerini arttırır, onları sevindirir. Allah dilerse iyilikte geri kalanları da o yola sevkeder, iyileştirir.
Sonra herkesin denenen, bilinen derecesini tanı, birinin çektiği zahmeti başkasına maletme, onun yerine başkasını övme. Herkese noksansız olarak hakkını ver, herkesin hakkını tanı. Birisinin büyük oluşu yaptığı başardığı küçük bir işse, büyük görmene, gene birinin yaptığı iş büyükse, fakat kendisi düşkünse o işi küçük görmene sebep olmasın.
Büyük ve çetin işlerde, sana şüpheli görünen hususlarda Allaha ve Resül’üne başvur. Yüce Allah irşad etmeyi takdir buyurduğu topluma (Ey inananlar, Allaha, Peygamber’e, ve içinizden emredecek ve liyakata sahip olanlara itaat edin, Allaha ve ahiret gününe inanıyorsanız, bir şeyde ihtilafa düştünüz mü o husuta Allaha ve Peygamber’e müracaat edin buyurmuştur – (Nisa: 59). Allaha baş vurmak, onun kitabının adil emrine uymak, Resülüne baş vurmak da onun aykırılığa açık olmayan sünnetine tabi olmaktır.
Halka hüküm verecek kişileri, sence idaresine memur olduğun kişilerin en üstünlerinden seç. Öyle ki işler onları daraltmasın, bir birlerine hısım olanlar, onlara üst gelmesin, ayakları sürçüp yanlış bir işe düşmesinler. Bilmezden sonra bilip, anlamazdan sonra anlayıp hakkı yerine getirmediklerine nadim olmasınlar. Kendilerini zanna kaptırmasınlar, azıcık bir anlayışla hükmün sonuna araştırmaktan kalmasınlar. Şüpheli işlerde hüküm verirken düşünsünler, dayansınlar, ap-açık delillere uysunlar. Hasmın müracaatı onları sıkmasın, gönüllerini daraltmasın, işleri iyice açıp, yayıp anlayışta en sabırlı kişiler, hak meydana çıkınca da en keskin (en doğru) hükmü verenler olsunlar. Övülmede ileri gidiş onları kibre sevketmesin, aldatışa kapılmasınlar, bu çeşit kişiler de pek azdır. Sonra onların hükümlerinden de haberdar olmaya fazlasıyla çalış, hakimin geçimini fazlasıyla temin et, halka ihtiyacını azalt. Sakın yakın olanlara karşı küçük görünmemeleri, halkın dedikodusundan emin olmaları, hileye kapılmamaları için onlara, katında yüksek bir mevki sağla. Bilhassa buna çok dikkat et. Çünkü bu din, kötü kişilerin ellerine tutsak düştü. Onunla hevva (cinsel) ve hevese uyuldu, onunla dünya dilenir oldu.
Sonra vergi ve zekât memurlarına dikkat et. Onları denedikten sonra tayin et. Onları şahsi bir tercihle ve rasgele tayin etme. Çünkü bu 2 şey cevir (boşvermişlik) ve hıyanet kollarının bir araya toplanmasına sebep olur. Bunları temiz ailelerden, İslama eskiden girmiş olanlardan tecrübe ve utanç sahibi kişilerden seç. Çünkü onlar ahlâkça en üstün, namusça en doğru, kinlerden en kurtulmuş, açgözlülükleri en az, işlerin sonuçlarını gayrete en fazla gayretli kişilerdir. Sonra da onların rızıklarını bol ver. Çünkü bu nefislerini düzeltmeye kuvvet verir onlara. Müslümanların elleri altında bulunan malları yemekten alıkoyar onları. Aynı zamanda, emrine uymazlar, emanetine hıyanette bulunurlarsa bu, onların elayhine delil olur sana. Sonra işlerini teftiş et, onlara gerçek ve vefalı gözcüler gönder, hallerini, işlerini görüp, anlayıp sana bildirsinler. Çünkü onların haberleri olmadan senin onlardan haberdar olman, emin bir surette iş görmelerine, halka yumuşaklıkla muamele etmelerine sebep olur. Onların içinde zalimlere yerdım edenler varsa onlardan korun. Onlardan biri, vazifesinde hıyanet eder de gözcülerin verdikleri haber onun alehine olur, hepsinin de verdiği haber aynı bulunursa bu tanık olarak yeter sana.
Artık ona bedeni cezayı verebilir, yaptığına karşı onu suçlu tutar, onu aşağılık bir dereceye düşürür, onu hıyanet dağıyla dağlar, töhmet zincirini boynuna takarsın. Vergi işini de araştır, memurlarının ahvalini (yaşamını) düzene koy, çünkü vergi işinin ve vergi memurlarının düzene girmesi, onlardan başkalarının da düzene girmesi demektir. Onlardan başkaları ancak onların düzeniyle, düzene girebilir. Çünkü insanların hepsi de vergilerin ve vergi memurlarının ehlidir, ahalidir (halkıdır). Ancak vergi toplamaktan ziyade memleketin kalkınmasına dikkat etmelisin, çünkü vergi memleket kalkındıkça toplanabilir. Memleket kalkınmadıkça memur bir hale gelmedikçe vergi isteyen, şehirleri yıkar gider, kullarıysa (tebası ise) helak eder (mahveder), üyle bir buyruk sahibinin işi, idaresi pek ay bir müddet sürer. Vergi verenler, verginin ağırlığından, yahut vergi verecekleri şeylere bir afet geldiğinden, yahut içecekleri, sulayacakları suyun kesildiğinden, yahut bir bendin yıkılıp araziyi su bastığından, toprağın kaydığından (heyelan), yahut da mahsülün mahfolduğundan şikâyet ederlerse halllerini düzene sokacak bir derecede vergilerini azaltman gerektir. Çünkü bu yardımla, bu kolaylık göstermenle halk refaha kavuşur, ülke de mamur olur, bu dakdirde senin idaren bezenir (güzelleşir), ayrıca da halkı adaletle idare ettiğin için onların saygısını, sevgisini kazanmış olursun. Refahlarına hizmet ettiğin, adaletle muamelede bulunduğun, onları kuvvetlendirdiğin için gerekince bu kuvvete de dayanabilirsiniz. Onları esirgeyişin, haklarında adaletle muamele edişin, onlara yumuşak davranışın da buna sebep olur. Öyle bir an olur, öyle bir çağ gelir çatar ki, onlara baş vurman gerekir. Onlarda dileğini seve seve kabul eder, isteğini yerine getirirler. Çünkü ülkede vücuda gelen mamurluk (imar) ve servet, onlara yükleyeceğin yükü çekmelerine kuvvet verir.
Bir yerin harap olması, oradaki halkın yoksul düşmesinden ileri gelir, oradaki halkın yoksulluğu ise, valilerin kendilerine mal yığmalarıdan, valilikte kalacaklarına emin olmamalarından, ibret alınacak şeylerden az ibret almalarındandır.
Sonra kâtiplerini de teftiş et, onların da hallerine dikkat et, işlerine, onların hayırlılarını tayin et. Düşmanlara karşı kullanacağın düzenleri, gizli tuttuğun şeyleri, kendini büyük gören, bu yüzden de topluluğun önünde sana karşı durmaya cüret eden kişilere değil, temiz ve iyi huylu olanlarına yazdır. Memurlarından gelen mektupları sana sunmaktagaflet etmemeleri, senden aldıkları emri, aldıkları gibi bildirmeleri, bir ahde (antlaşma) gireceğin vakit, şartları gevşek, zayıf bırakmamaları, gerekirse o ahdi bozmakta aciz göstermemeleri, şartları ona göre koşmaları, işleri başarırken de hadlerini bilmeleri gerektir. Kendi haddini bilmeyen kişi, başkasının haddini hiç bilmez.
Sonra onları, kendi anlayışına güvenerek, onlara meyline uyup haklarında iyi bir zan besleyerek tayin etme. Çünkü insanlar yapmacıklara baş vurarak, güzel hizmetler göstererek kendilerini valiye iyi tanıtırlar. Oysa ki bu yapmacık hareketlerin ötesinde ne öğüt vermeyi bilirler, ne emanete riayet etmeyi, Senden önceki temiz kişilerin seçtikleri kişilere bak. Sen de onlar seç, halka en güzel muamelede bulunmalarını, en fazla emanete riayetle tanınmış olanları iş başına getir. Bu Allaha karşı özü doğru olduğunu, işlerine memur olduğun kişilere de hayırlı bulunduğunu ispat eder.
Her işin başına en büyüğü kendine güç gelmeyecek, işlerin çokluğu onu şaşıtmayacak kişileri geçir. Kâtiplerinden birinde bir ayıp görür de aldırmazsan o ayıpla sen de ayıplanırsın, sonra cevap da veremezsin.
Bir de tacirleri, sanat ve zenaat ehlini tavsiye ederim sana, onlara karşı hayırlı ol. Onların bir kısmı oturdukları yerlerde ticaretle meşgul olur. Bir kısmı ise bir yerden bir yere gider, mal götürüp getirir, bir başka bölüğü de halkın muhtaç olduğu şeyleri ellerinin emekleriyle hazırlarlar. Bunlara hayırla muamelede bulun, çünkü onlar faydalı kişilerdir. Gereken şeyleri uzun yollar aşarak, beldelerden geçerek, ülkende ki karalarda, denizlerde, düzlüklerde, dağlıklarda gezerek alırlar, getirirler. Oysa halkın o şeylerin bulunduğu yerlere gitmesine ne iman vardır, ne de gücü yeter. Onlar düzene bağlıdırlar, isyanlarından korkulmaz, barış adamlarıdır, gailelerinden (kızgınlıklarından) ürkülmez. Bulunduğun yerde de onların işlerini gör, gözet. Uzak, yakın şehirlerde de hallerini izle, dikkat et, bir zulma uğratma onları. Ama şunu da bil ki, bütün bunlarla beraber, bunların çoğunda aşırı hırs, kötü bir nekeslik, bencillik,faydalı şeyleri gizleyip, saklayıp azalınca değerinden fazla satma gayreti, menfaat düşkünlüğü vardır. Ellerinde bulunanları bildikleri gibi satmak isterler. Bu durum halkın zararına sebep olduğu gibi valilere de buna göz yummak ayıptır, noksanlıktır. İntikârı (karaborsayı) men et, çünkü Allahın salatı O’na ve soyuna olsun, Resülullah’da men etmiştir. Alış veriş, güzel surette, adalet terazilerine uygun olarak, bir narh konarak yapılsın. Her iki taraf da satan da zarar etmesin, alan da. Sen intikârı (karaborsayı) men ettikten sonra onu yapmaya kalkışan olursa cezalandır, fakat ceza da pek de ileri gitme.
Sonra Allah için, aşağı (yoksul) tabakayı gör, gözet. Onlar başvuracakları bir düzen bulamayan, yok yoksul, muhtaç, yokluktan bunalmış, dertlere kalmış, kazançtan aciz kalmış kişilerdir. Bu sınıf içinde dilenenler olduğu gibi, bir şey umup bekleyenler, fakat kimseden bir şey istemeyenler de vardır. Onların hakkına dair Allahın sana emrettiği şeyi Allah için olsun koru. Onlara memur olduğun beytülmalden (devlet hazinesi), her şehirde, Müslümanların ganimet olarak elde ettikleri ve devlete ait olan arazinin gelirinden, ekininden pay ayır. Bulunduğun şehirde, o şehre yakın yerlerde olanlarıyla uzakta bulunanları aynı hükme tabidir. Onların her biri hakkına riayet etmeni ister. Nimetler içinde bulunuş, ehemmiyetli işlere dalışın, onları unutturmasın sana. Önemli işlere bakman, küçük sayılan işlere bakmayışına mazeret olamaz. Böyle bir özür kabul olunamaz. Unutturmasın sana onları önemli işlere dalışın. Yüzünü çevirme onlardan. Onların gözlere hor görünenlerini, insanlar tarafından aşağı sayılanlarını, fakat sana gelip hallerini anlatmayanlarını sen ara, bul. Onları bulmak, hallerini sorup anlamak için Allahtan korkan, ona karşı ululanmayan, güvendiğin kişiler yolla, onların hallerini sana bildirsinler. Sonra haklarında öylesine harekette bulun ki Allaha ulaştığın gün onlar hakkında özürler getirmeye kalkışmayasın. Çünkü bunlar halk içinde başkalarından daha fazla insafa layık kişilerdir. Bütün bu sınıfların haklarını vermeye gayret et. Bilmeyerek hakkına riayet etmediklerin için de Allahtan bağışlanmanı dile.
Yetimlerden, kocalmış kişilerden (yaşlılardan) bir düzene baş vuramayanları, kimseden bir şey dilemeyenleri gör gözet. Bu valilere ağır bir yüktir. Fakat hakkın hepsi de ağırdır. Ancak Allah hayırlı bir sonuca varmalarını isteyip ona dayananlara, vaad ettiklerini gerçek bilip inananlara o yükü hafifletir.
Zamanın bir kısmını ihtiyaç sahiplerine harca. Onların hepsini huzuruna al, otur, onlarla görüş. O mecliste seni yaratan Allaha karşı gönül alçaklığını takın. Askerinden, yardımcılarından, koruyucularından, zaptiye erkânından hiç kimse onları korkutmasın, onlara mani olmasın. Onlarda seninle yüz yüze korkmadan, çekinmeden konuşsunlar. Allahın salatı ona ve soyuna olsun, Resülullah’ın bir yerde değil bir çok yerde (Zayıfın korkup çekinerek, dili dolaşarak söz söylemeye çalıştığı, fakat kuvvetliden hakkını alamadığı toplum ne temizliğe ulaşır, ne de kutluluğa kavuşur) buyurduğunu duymuşumdur. Onların sert konuşmalarına, söz söylerken ağır laflar edenine tahammül et. Daralmayı, onlarla görüşmeden çekinip utanmayı bırak da Allah bu yğzden sana rahmetlerini yaysın. O’na itaatin yüzünden sevaplar versin. İhsanda bulunduğun zaman minnet yükleyerek verme ki, verdiğin alana sinsin. Vermediğin zaman da güzellikle özürler getirerek verme ki almayan, hiç olmazsa sevinsin.
Bazı işler de vardır ki bizzat senin yapman gerektir. Bunların biri kâtiplerin yazmakta aciz gösterdikleri hususlarda memurlarına senin cevap vermendir. Biri de halkın ihtiyacı sana hangi gün arz edilirse hemen o gün o ihtiyaçları gidermendir ki, bu olabilir ki yardımcılarını sıkar, vaktinde yapmazlar bu işi. Her günün işini o gün gör. Çünkü her gün yapılacak bir iş vardır.
Vakitlerin en üstünü, en fazlasını seninle Allah arasında ki kulluğa hasret. Fakat halka sarf ettiğin vakitlerin de hepsi, işlerde niyetin temiz oldu mu, halk bu yüzden esenliğe erişti mi, Allaha ait olur. O’na kulluk sayılır.
Allah için dinini halis kılan farzlara bilhassa dikkat et. Gecende, gündüzünde bedeni ibadetlerini onlarla Allaha yaklaşmak kastıyla kusur etmeden, riyaya düşmeden nasıl gerekse o çeşit yerine getir. Halka ibadet ettirdiğin zaman ibadeti uzatıp onları usandırmadan, tez, fakat erkânını yitirmeden yaptır. Çünkü halk içinde hasta olan vardır.
Allahın salatı O’na ve soyuna olsun, beni Yemen’e gönderdiği zaman Resülullah’a, onlara nasıl namaz kıldırayım diye sordum. “ En zayıfının kıldığı namaz gibi kıldır. İnsanlara karşı merhametli davran” buyurdular.
Bütün bunlardan sonra derim ki: Buyruğunun altında bulunanlara uzun müddet görünmez olma, çünkü valilerin halka görünmemeleri darlıktan bir kısımdır. Halkı sıkar. Valilerin idare işlerinde az bilgili olduklarına delalet eder. Onlara görünmemek, onların onların bir çok şeyleri öğrenmelerine de engel olur. Onlarca büyük şey küçük görünür, küçük şeylerse gözlerinde büyür. Güzel ve iyi, çirkin görünür onlara. Çirkinse güzelliğe bürünür, hakla batıl bir birine karışır gider. Valide bir insandır ancak, halkla görüşmedikçe onların hallerini bilemez. Kendisinden gizli kalanları göremez. Gerçeğin apaçık alametleri yoktur ki bunlarla doğru, yalandan ayrılsın. Sen 2 kişiden birisin ancak. Birisi mutlaka hakkı yerine getirir, herkese hakını verir. Gereken hakkı verdikten, iyi iş gördükten sonra neden gizleneceksin? O biri, vermemeyi, hakkı eda etmemeyi adet edinmiştir. Halk senden ümit kestikten sonra hemencecik el çeker senden, ne diye onlara görünmeyeceksin? Oysa ki halkın sana zahmet vermeyen şikâyetlerinin çoğu, ya bir zulma uğradığındandır, yahut muamelede insaf ve adalet istediğindendir.
Sonra valinin bazı adamları da bulunabilir ki onlar, kendi reiyleriyle (kendi başına) hareket ederler, zulümde bulunurlar. İnsafları azdır. Muamelede adaleti gözetmezler. Bütün bunların sebeplerini kesip ortadan kaldırırsak şerlerini insandan gizler(ler). Yakınlarına, yanında bulunanlara arazi verme ki bazı yerleri, bazı tarlaları elde etmek tamahına düşmesinler. Aksi halde orda ki köye zarar gelir. Bu işin, bir ırmaktan su almak ihtiyacında bulunanlara zararı dokunur. O sudan faydalanmak, o yerden fayda sağlamak isteyenlere, araziye sahip çıkanlar zulmederler. Bunun faydası başkasına düşer, vebali ise valinin boynuna yüklenir. Onlardan verdiğin kişiler faydalanırlar, ayıbı ise dünyada da, ahirette de sana düşer. Yakın olsun, uzak olsun, kime gerekse hakkını ver. Bu hususta sabırlı ol. Ecrini Allahtan iste, akraban ve yakın adamların bile olsa haktan ayrılma, işin sonunu düşün. İsterse sana ağır gelsin bu iş, hayırlı olduğu sence malümse yapmaktan çekinme, hakkını yerine getir. Halk bir işte zulüm var zannına düşer, sana hayıflanırsa aslını anlatarak, özürler getirerek zannını değiştir. Bu suretle sen adaletle iş görmüş olursun. Buyruğun altındakilere de yumuşaklıkla muamele etmiş bulunursun. Özür dilemekle sen hakka riayet eder, muradına erersin, halkta doğruyu anlar, işin aslını bilir.
Düşmanın, seninle barışmak isterse red etme. Barışta Allahın rızası var. Orduna huzur ve istirahat ver, sen de sıkıntılarından kurtulmuş olursun, şehirlerinse eminliğe kavuşmuş olur. Ama barıştıktan sonra düşmanından sakın da sakın. Çünkü çok kere düşman yaklaşır, gafil olmanı bekler. Şu halde ihtiyatla hareket et, bu hususta iyi bir zanna düşmeyi töhmet altına al. Seninle düşmanın arasını bir bağla bağladın, onunla bir anlaşmaya vardın, yahut da ona aman elbisesini giydirdin mi ahdine vefa et. Verdiğin amana riayet et. Nefsini ona verdiğin söze, anlaşmaya kalkan yap. Çünkü dilekleri birbirine aykırı, bireyleri darmadağın ve çeşit çeşit olduğu halde insanların Allahın farz ettiği şeylerde hepsi de ahde vefa etmeyi ululadıkları gibi ululadıkları bir farz yoktur. Hatta müslümanlar şöyle dursun, müşrikler bile bunu gerekli saymışlar, buna riayet etmişler, ahirette, amanda durmamanın ne zararlar vereceğini bilmişlerdir. Verdiğin amana gadretme, anlaşmanı bozma. Hıyanette bulunarak düşmanını aldatma. Çünkü Allaha karşı bçyle bir bir cürette bulunan, çok kötü, çok ziyankâr bir bilgisizdir ancak. Allah, anlaşmanın amanını kulları arasında bir rahmet olarak yaymıştır ki, o bir emniyettir. Herkes orada esenleşir. Bir haremdir, herkes ona sığınır. Bölük bölük herkes onun civarına koşar gider. Onu bozmak, ona hıyanet etmek, ona hile katmak olamaz. Bahanelerle bozulacak anlaşma yapma, pekiştirdikten sonra yorumlara güvenme. Allah adına verdiğin anlaşmayı bozmaya, haksız olarak ondan dönmeye kalkışma. Genişlemesi umulan, sonunda üstünlük bekleyen darlığa dayanman, günahından korkacağın gadirden hayırlıdır. Bozarsan Allahın gazabı gelip çatar sana, ne dünyanda berhudar olursun ne ahiretinde.
Sakın haksız olarak kan dökme. Çünkü azaba sebep olan, suç bakımından ondan daha büyük bulunan, nimetin zevaline, devletin yitmesine sebep teşkil eden hiç bir şey yoktur ki haksız olarak kan dökmekle kıyaslanabilsin. Kan dökenlerin hesabını kıyamet gününde bizzat noksan sıfatları olan Allah görecek, azaplarını o verecektir. Haram olarak kan dökmekle gücünü, kuvvetini çoğaltmaya kalkışma. Çünkü bu gücü zayıflatır, hatta yok eder gider. Bilerek kan dökme hususunda ne Allah katında bir özrün, ne benim katımda kabuldur. Çünkü cezası kısastır bunun. Yanlışlıkla kamçın, yahut kılıcını yahut da elin bir kötülüğe sebep olursa, kudretine güvenip ululanarak, öldürülen kişinin velilerine onun diyetini (bedelini) vermekten kaçınma.
Kendini beğenmekten, seni ululuğa sevk eden şeylere uyup güvenmekten, övülmeyi istemekten çekin. Çünkü bunlar ihsan sahiplerinin ihsanlarını yok etmek, ecirlerin, mahveylemek için şeytanın gözettiği fırsata yol açan şeylerdir.
İdarene tabi olanlara ihsanda bulununca da onları minnet altında bırakmaya, ihsanını başlarına kakmaya kalkışma. Yaptığını çok görmekten de çekin. Vaad edince de vaadinden dönme. Başa kakmak, ihsanı yok eder. Yapılan iyiliği çok görmek, büyük saymak, gerçeğin ışığını söndürür. Vaadden dönüş halkın nefretine mucip olur. Yüce Allah “Allah katında en beğenilmeyen şey, yapmadığınız şeyi söylemenizdir.(Saff: Ayet )’ buyurur.
Zamanı gelmeden işlerde aceleye düşme. Yapmak imkanı olunca da o işte ihmal etme, doğruluğu sence belli olmayan işe girişme, ama doğruluğu açıkça belli olan işi de savsaklama. Her işi yerinde yap, her işi yerinde işle.
Herkesle bir ve eşit olduğun şeylerde kendi payını çoğaltmaya kalkışma, herkesin gözettiği şeylerde gaflete düşme, çünkü sen, başkalarına da örneksin. Az bir zaman sonra işleri örten perdeler açılır, mazlumun hakkı da senden alınır.
Öfkeni yen, kendine sahip ol. Elini, dilini gözet. Bütün bu hallerde hemencecik ceza vermekten çekin, cezayı geriye at, öfken yatışıncaya dek elini, dilini gözet. Bu söylediklerimi ahireti anarak, Rabbine ulaşacağına inanarak derdini, temizliğini çoğaltmadıkça yapamazsın.
Sana, senden önce adaletle hüküm sürenleri, yahut üstün yol yordamları, Allahın salatı O’na ve soyuna olsun. Peygamberimizin eserini, yahut da Allah Kitabında ki farzları anmak, bizim bunları anıp düşünerek nasıl hareket ettiğimizi görmek, bu ahit –nameden sana verdiğim buyruklara kendini zorlamak gerektir. Nefsine uymak hususunda bir gevşeklik göstermemen için bu kadar delil gösterdim sana.
Ve ben, benim ve senin, kulların en güzel anışlarına iyi ve yerinde övüşlerine sahip olmamızı, şehirlerde iyi ve güzel eserler bırakmamızı, nimetin, hakkımızda tam ve olgun olarak, lütuf ve ihsanıın kat kat fazlasıyla verilmesini, benim de senin de ömrümüzün kutlulukla ve şehid olarak tamamlanmasını Allahın bol ve sayısız rahmetine, pek büyük kudretine, her dilenen şeyi lütfedip vermesine sığınarak niyaz etmekteyim ve biz gerçekten Allahın rızasını istemekteyiz. Selam Resülullah’a, Allahın selat ve selamı O’na tertemiz soyuna olsun.
Hz. ALİ’NİN BASRA VALİSİ ABDULLAH BİN ABBAS’A
YAZDIĞI MEKTUP
“Ey Basra Fermandarı, seni kökten ve necattan doğru bir insan biliyordum. Bununla beraber işittim, memleket dahilinde ben cengi cidal ile meşgul iken, sen de fırsatı gânimet bilerek Müslümanların mallarını yağmalamaya kalkmışsın. “ Beyt’ül-mâl”dan, altın ve gümüş sikkeler ele geçirmişsin. İhtiyarlık için Hicaz’a göndermişsin. Yazıklar olsun sana ey Abbas’ın oğlu. Kocasız kadınların ve yetimlerin, fakirlerin hakkı olan bu parayı kendine nasıl sarf edeceksin? Mahşer gününün hesabından, Allah’ın azâbından korkmadın mı?”
MEKTUPLAR VE EVRENSEL BEYANNAME
Hz. Ali’nin gerek Mısır’a Vali tayin ettiği Mali Ejder’e ve gerekse Basra Valisi Abdullah bin Abbas’a gönderdikleri mektuplar dikkatle incelendiğinde, içeriği ve kapsamı itibarıyla insanlık için olağan üstü birer belgedir. Bu mektupların, özellikle Mısır Valisine gönderdikleri mektup birer önemli sertifika olarak alınıp her erdemli insanın ve yöneticinin evlerinin veya dairelerinin duvarlarına asmaları gerekir.
Batı dünyası yüzyıllarca Rönesans ile övündü. Hristiyan batı dünyası, Katolik Kilise feodalizminin devlet ve toplum tarafından kontrol altına alınıp müsaade edildiği alanda tutulmasının batı dünyasına büyük bir nimet kazandırdığını, dolayısı ile batı dünyasında dinin kontrol altına alınması ile birlikte Fen’de, Astroloji’de, Matematik’te, Kültür’de, Sanat’ta büyük bir atılım yaşandığını vurguladı.
Rönesans ve sonrası Hristiyan batının bilhassa teknoloji ve onun katkısı ile gelişen bir coğrafya oluşturdukları doğrudur. Bu coğrafyanın pek çok ilmi katkısının dünyaya yarar sağladığı da doğrudur. Ancak Rönesans hareketi 15. Yüzyılda başlamıştır. Bunun batı öncülüğünde İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine dönüşmesi ise 1948 yılını bulmuştur. Batının bunu İnsan Hakları kapsamında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda tescil ettirmesi, gene aynı batının çıkardığı ve milyonlarca insanın ölümüne, doğanın büyük çapta tahrip edilmesine, enerji kaynağının insanoğlunun alehine sebep olduğu 2 büyük Dünya savaşı çıkarması ve bundan kısmi ders çıkarması sonrasına tekabül eder.
Bugün dikkatle baktığımızda batının bu Evrensel Beyannameyi zaman zaman büyük oranda ihlal ve suistimal ettiğini görürüz.
Teknolojide, bilimde, sanatta, üretimde, zenginlikte ve benzeri pek çok alanda dünyanın diğer geri bölgeleri ile karşılaştırıldığında oldukça ileri durumda olan batının, gelinen noktada gerek yasama ve gerekse yürütme de yaptığı uygulamalarının, 1400 yıl önce yaşayan Hz. Ali’nin bakışının ve uyguladıklarının çok gerisinde olduğunu rahatlıkla görebiliriz.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini incelediğimizde, bu beyannamenin önemli bir kısmının Hz. Ali’nin Mısır Valisine göderdiği mektupta ki öneri ve tavsiyelerle örtüştüğünü görürüz. Beyanname de belirtilen “Hiç bir kimse, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin eşittir ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir” bakış açısının adeta Hz. Ali’den kopya edildiği görülür. Bildirgenin yarısından fazlası Hz. Ali’den alınma veya onun görüşleri ile örtüşen maddelerle doludur. Bu beyanname bile Hz. Ali’nin dünya çapında ne kadar büyük bir alim, insan hakları konusunda ne kadar büyük adalet sahibi olduğu konusunda fikir verebilir.
İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRİSİ (35)
“insan Hakları Evrensel Beyannamesi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 10 Aralık 1948 günü kabul edilmiştir. İnsan hakları evrensel beyannamesinin Türkiye’de “ resmi gazete ile yayınından sonra okullarda okutulması, yorumlanması, Bakanlar Kurulu’nun 6 nisan 1949 tarihli toplantısında 3/9119 sayı ile kararlaştırılmıştır.
Aşağıdaki metin, 27 mayıs 1949 tarihve 7217 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan resmi çeviridir.
İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ
İnsanlık topluluğunun bütün bireyleriyle kuruluşlarının bu Bildirgeyi her zaman göz önünde tutarak eğitim ve öğretim yoluyla bu hak ve özgürlüklere saygıyı geliştirmeye, giderek artan ulusal ve uluslararası önlemlerle gerek üye devletlerin halkları ve gerekse bu devletlerin yönetimi altındaki ülkeler halkları arasında bu hakların dünyaca etkin olarak tanınmasını ve uygulanmasını sağlamaya çaba göstermeleri amacıyla tüm halklar ve uluslar için ortak ideal ölçüleri belirleyen bu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini ilan eder.
Madde 1-Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
Madde 2- Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.
Ayrıca, ister bağımsız olsun, ister vesayet altında veya özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke yurttaşı olsun, bir kimse hakkında, uyruğunda bulunduğu devlet veya ülkenin siyasal, hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir.
Madde 3 -Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
Madde 4- Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz, kölelik ve köle ticareti her türlü biçimde yasaktır.
Madde 5- Hiç kimseye işkence yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez.
Madde 6- Herkesin, her nerede olursa olsun, hukuksal kişiliğinin tanınması hakkı vardır.
Madde 7- Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasanın korunmasından eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir. Herkesin bu Bildirgeye aykırı her türlü ayrım gözetici işleme karşı ve böyle işlemler için yapılacak her türlü kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır.
Madde 8- Herkesin anayasa yada yasayla tanınmış temel haklarını çiğneyen eylemlere karşı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargı yoluna başvurma hakkı vardır.
Madde 9- Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez.
Madde 10- Herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine bir suç yüklenirken, tam bir şekilde davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakça ve açık olarak görülmesini istemeye hakkı vardır.
Madde 11
1. Kendisine bir suç yüklenen herkes, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonunda, yasaya göre suçlu olduğu saptanmadıkça, suçsuz sayılır.
2. Hiç kimse işlendiği sırada ulusal yada uluslararası hukuka göre bir suç oluşturmayan herhangi bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu sayılamaz. Kimseye suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Madde 12- Kimsenin özel yaşamına, ailesine konutuna yada haberleşmesine keyfi olarak karışılamaz, şeref ve adına saldırılamaz. Herkesin bu gibi karışma ve saldırılara karşı yasa tarafından korunmaya hakkı vardır.
Madde 13
1. Herkesin bir devletin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve oturma hakkı vardır.
2. Herkes, kendi ülkesi de dahil olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir.
Madde 14
1. Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır.
2. Gerçekten siyasal nitelik taşımayan suçlardan veya Birleşmiş Milletlerin amaç ve ülkelerine aykırı eylemlerden doğan kovuşturma durumunda bu haktan yararlanılamaz.
Madde 15
1. Herkesin bir yurttaşlığa hakkı vardır.
2. Hiç kimse keyfi olarak yurttaşlığından veya yurttaşlığını değiştirme hakkından yoksun bırakılamaz.
Madde 16.
1. Yetişkin her erkeğin ve kadının, ırk, yurttaşlık veya din bakımlarından herhangi bir kısıtlamaya uğramaksızın evlenme ve aile kurmaya hakkı vardır.
2. Evlenme sözleşmesi, ancak evleneceklerin özgür ve tam iradeleriyle yapılır.
3. Aile, toplumun, doğal ve temel unsurudur, toplum ve devlet tarafından korunur.
Madde 17
1. Herkesin tek başına veya başkalarıyla ortaklaşa mülkiyet hakkı vardır.
2. Hiç kimse keyfi olarak mülkiyetinden yoksun bırakılamaz.
Madde 18- Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, din veya topluca, açık olarak ya da özel biçimde öğrenim, uygulama, ibadet ve dinsel törenlerle açığa vurma özgürlüğünü içerir.
Madde 19- Herkesin düşünce ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmaksızın, bilgi ve düşünceleri her yoldan araştırmak, elde etmek ve yaymak hakkını gerekli kılar.
Madde 20
1. Herkesin silahsız ve saldırısız toplanma, dernek kurma ve derneğe katılma özgürlüğü vardır.
2. Hiç kimse bir derneğe girmeye zorlanamaz.
Madde 21.
1. Herkes, doğrudan veya serbestçe seçilmiş temsilciler aracılığı ile ülkesinin yönetimine katılma hakkına sahiptir.
2. Herkesin ülkesinin kamu hizmetlerinden eşit olarak yararlanma hakkı vardır.
3. Halkın iradesi hükümet otoritesinin temelidir. Bu irade, gizli veya serbestliği sağlayacak benzeri bir yöntemle genel ve eşit oy verme yoluyla yapılacak ve belirli aralıklarla tekrarlanacak dürüst seçimlerle belirlenir.
Madde 22- Herkesin, toplumun bir üyesi olarak, sosyal güvenliğe hakkı vardır. Ulusal çabalarla ve uluslararası işbirliği yoluyla ve her devletin örgütlenmesine ve kaynaklarına göre, herkes onur ve kişiliğinin serbestçe gelişim için gerekli olan ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının gerçekleştirilmesi hakkına sahiptir.
Madde 23
1. Herkesin çalışma, işini serbestçe seçme, adaletli ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır.
2.Herkesin, herhangi bir ayrım gözetmeksizin, eşit iş için eşit ücrete hakkı vardır.
3. Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır ve gerekirse her türlü sosyal koruma önlemleriyle desteklenmiş bir yaşam sağlayacak adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.
4. Herkesin çıkarını korumak için sendika kurma veya sendikaya üye olma hakkı vardır.
Madde 24- Herkesin dinlenmeye, eğlenmeye, özellikle çalışma süresinin makul ölçüde sınırlandırılmasına ve belirli dönemlerde ücretli izne çıkmaya hakkı vardır.
Madde 25
1. Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes, işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.
2. Anaların ve çocukların özel bakım ve yardım görme hakları vardır. Bütün çocuklar, evlilik içi veya evlilik dışı doğmuş olsunlar, aynı sosyal güvenceden yararlanırlar.
Madde 26.
1. Herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel eğitim aşamasında parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleksel eğitim herkese açıktır. Yüksek öğretim, yeteneklerine göre herkese tam bir eşitlikle açık olmalıdır.
2. Eğitim insan kişiliğini tam geliştirmeye ve insan haklarıyla temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel topluluklar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu özendirmeli ve Birleşmiş Milletlerin barışı koruma yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir.
3. Çocuklara verilecek eğitimin türünü seçmek, öncelikle ana ve babanın hakkıdır.
Madde 27
1. Herkes toplumun kültürel yaşamına serbestçe katılma, güzel sanatlardan yararlanma, bilimsel gelişmeye katılma ve bundan yararlanma hakkına sahiptir.
2. Herkesin yaratıcısı olduğu bilim, edebiyat ve sanat ürünlerinden doğan maddi ve manevi çıkarlarının
korunmasına hakkı vardır.
Madde 28- Herkesin bu Bildirgede öngörülen hak ve özgürlüklerin gerçekleşeceği bir toplumsal ve uluslararası düzene hakkı vardır.
Madde 29
1. Herkesin, kişiliğinin serbestçe ve tam gelişmesine olanak veren topluma karşı ödevleri vardır.
2. Herkes haklarını kullanırken ve özgürlüklerinden yararlanırken, başkalarının hak ve özgürlüklerinin tanınması ve bunlara saygı gösterilmesinin sağlanması ve demokratik bir toplumda genel ahlak ve kamu düzeniyle genel refahın gereklerinin karşılanması amacıyla yalnız yasayla belirlenmiş sınırlamalara bağlı olur.
3. Bu hak ve özgürlükler hiçbir koşulda Birleşmiş Milletlerin amaç ve ilkelerine aykırı olarak kullanılamaz.
Madde 30- Bu bildirgenin hiçbir kuralı, herhangi bir devlet, topluluk veya kişiye, burada açıklanan hak ve özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan bir girişimde veya eylemde bulunma hakkını verir biçimde yorumlanamaz.