Bir Türkü ve Getirdikleri - (Alevilik Bilinci)
Günlerden Perşembe idi. Hava her zamanki gibi soğuktu. Soğuğa rağmen çalışmak zorundaydım. İnşaatın demirlerini taşırken, bağlarken soğuğu iliklerime kadar hissediyordum. Sekiz sene olmuştu gurbete/sürgüne çıkalı/düşeli. Sekiz sene bende çok şeyleri alıp götürmüştü. Kutsal bildiğim değerler kirletilmiş, zalimlerin acımasız .çarkı her geçen gün bu değerleri daraltmaya, yok etmeye başlamıştı. Artık kirletilmiş insandan uzaklaşıyordum.
Kendi içimde bir dünya kurmuş, öyle yaşamaya çalışıyordum. Mümkün olduğu kadar sahtekarlardan, yapmacıklardan, yüzeysellikten uzak durmaya çalışıyordum. Gülmeyi unutmuş, insanlığımdan şüphe eder hale gelmiştim. İşte yine böyle monoton bir iş gününden sonra bazı ihtiyaçlarımı karşılamak için şehrin merkezine indim. Bir iki parça zorunlu ihtiyacı aldıktan sonra evimin yolunu tuttum. Hava da iyice kararmaya başlamıştı. Yolumu uzatmamak için ara caddelere girdim. İnsanlar yavaş yavaş evlerine çekiliyor, şehir boşalıyordu. O bir kaç saat önceki uğultu kısılmaya başlamış, sokaklar sakinleşmişti. Ben her zamanki gibi başım önde, elimde ihtiyaçlarım binbir düşünce, çelişkiyle yol alıyordum. İşte ne olduysa bu esnada oldu. İlk etapta halüsinasyon gördüğümü/duyduğumu zannettim. Durup dikkatlice dinledikten sonra gerçek olduğunu farkettim. Şaşkınlığım bir yana sesin geldiği yere doğru gittim. Evet, bir bağlama sesi geliyordu, birileri türkü söylüyordu. Sesin geldiği yöne doğru iyice yaklaşınca türküyü daha net duyabiliyordum. Biri Pir Sultan Abdal’ın, “gurbet elde bir hal geldi başıma” adlı türküsünü söylüyordu. İçeri girmeden önce türkünün bitmesini bekledim. Türkü bittikten sonra içeri girdim. Burası küçük bir kafeteryaydı. İçeride dört tane genç vardı. İki kız, iki erkek. Her dördüde güler yüzlüydü. Selam verdikten sonra yanlarına iyice yaklaşıp oturdum. Saatlerce sohbet ettik. Kendileri burayı daha yeni açmışlar, ara sokakta olduğu için pek fazla kimse gelmiyormuş. Kimse gelmeyince de kendileri muhabbet ediyorlarmış. Zaten amaçları para kazanmak değil, insanların huzurlu bir şekilde dinlenebilecekleri bir ortam yaratmakmış. Hepsi teker teker söz alarak kendilerini, inançlarını, hedeflerini, mücadelelerini anlattılar.
O gün yanıldığımı anladım!
İyi insanlar ölmemişti, bu gençler onların temsilcileriydiler. Yaşamı seven, dostuna ihanet etmeyen, çıkar peşinden koşmayan, doğa dostu insanlar da vardı.
Artık yaşamım anlam kazanmıştı.
Ne için yaşadığımı biliyordum. Gerçek dostlarım vardı. Onlar sadece benim dostum değil, artık mücadele, kader ve yol arkadaşlarımdı. Kendi özüme dönmüştüm. En önemlisi de özbenliğim olan inancımı tekrar kazanmıştım