Bilge Türkmen Alevi Ozanı Yunus Emre

 

Yunus'un yaşamı hakkında Velayetname'deki söylencelerin ve halk arasında anlatılanların dışında fazla birşey bilinmemektedir. Bunlara göre, Yunus yoksul mu yoksuldur. Son belgelere göre ise, 1238-40'larda doğan Yunus, olasıdır ki varlıklıca bir Türkmen oymak beyinin oğluydu.

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

Belgelerin gösterdiği gibi bu oymak Hacı İsmail topluluğu olabilir. Sakarya-Porsuk havzasında yaşadıkları düşünülürse, demek ki Horasan'dan geldiklerinde Bizans sınırı boyuna yerleştirilmişlerdi. Belki de bu coğrafi konum nedeniyle, 1240 yılında kopan büyük Baba İlyas-Baba İshak halk ayaklanmasının bastırılmasıyla başlayan “Babai-batıni Türkmen kırımı”ndan Yunus'un oymağı zarar görmemişti.

Yunus Emre'nin kırsal kesim halkı arasında yetişmiş, doğaçlama şiir söyleyen bir “halk aşığı” olduğunu düşünmek yanlıştır. O iyi eğitim görmüş ve çağının dil ve bilgileriyle donanmış ve bilinçli tercihini yaparak halkın arasına girmiş bir "bilge ozan''dır! Şiirlerinden büyük bölümünün ve Risalet-ül Nushiyye adlı mesnevisinin içeriği, Yunus'un çağının tüm felsefi bilgi ve akımlarını tanıdığını göstermektedir.

Yunus Emre, Konya'da medrese eğitimi görmüş olup, Arapça ve Farsça bilmektedir. En azından, Mevlana ile tartışacak, Ferüdeddin Attar'ı okuyup tasavvufi öykülerini şiirlerinde kullanacak ve Sadi'den şiirler çevirecek kadar Farsçası vardı. Kuran'ı yorumlayacak, Hallacı Mansur'un yapıtlarını okuyup inceleyecek ve onun enelhakçılığını iyi anlayacak kadar Arapça biliyordu Yunus.

Massignon'un Fransızca tertiplemiş olduğu Hallac Divanı'ndaki bazı şiirlerden bir kaç dize Türkçeleştirmeyi deneyerek bir küçük karşılaştırma yapalım:

Yeryüzü sensiz ne denli boş hey

Herkesin başı yukarıda

  • Dikelmiş durduklarına bakılırsa
  • Seni göklerde arıyorlar
  • Onların sana doğru görünüşte baktıklarını biliyorsun

Oysa sen öylesine yakınsın ki

  • Kör olduklarından varlığını farkedemiyorlar
  • Artık tanrıyla benim aramda
  • Beni kandıracak ne bir mucize

Ne de onu bana anlatacak bir elçi yoktur

  • Benim varlığım, dinim imanım hepsi tanrısal birliktir
  • (...)
  • Sana sesleniyorum

Hayır, hayır, beni sende çağıran sensin

  • Seni nasıl bende sen diye çağırabilirdim
  • Eğer sen bana 'Ben' diye mırıldanmamış olsaydın
  • Ey benim varlığımın özümün özü

Ey içinde ruhum asılı olan sen

Yunus Emre de Hallac-ı Mansur kadar cesurdur. O, aradığının yeryüzünde olduğunu söylemekle yetinmiyor. Yunus yaratan ve yaratılandır. İsa ve Muhammed'le göklere ağar, Musa'ya binbir kelam eden odur! Hallacı Mansur ile birlikte “enelhak” der ve dâra asılır. Ama onun boynuna dâr urganını geçiren de kendisidir. Evvel odur, ahir odur. Kendi adını Yunus takmıştır ya, bu söylediklerine inanmayanlara kafir demekten de çekinmez:

Ben ayımı yerde gördüm ne isterim gökyüzünde

Benim yüzüm yerde gerek bana rahmet yerden yağar

(...)

Gökte peygamber ile miracı kılan benim

Ashab-ı soffa ile yalıncak kalan benim

  • Musa peygamber ile binbir kelamı kıldım
  • İsa peygamber ile göklere çıkan benim
  • (...)

Hallacı Mansur ile dâra asılan benim

(...)

O Hallacı Mansur ile söylerdim Enelhakkı

Benim gene onun boynuna dâr urganı takan benim

  • Evvel benim ahir benim canlara can olan benim
  • Azıp yolda kalmışlara Hızır medet olan benim
  • Dost ile birliğe yeten buyruğu ne ise tutan

Mülk yaratıp dünya düzen ol bahçevan heman benim

  • Halk içinde dirlik düzen dört kitabı doğru yazan
  • Ağ üstünde kara düzen ol yazılan Kuran benim
  • Yunus değil bunu diyen kendiliğidir söyleyen

Kafirdürür inanmayan evvel ahir heman benim

  • Adımı Yunus taktım sırrımı aleme çaktım
  • Bundan ileri dahi dilde söylenen benim

    diye yazmıştı.

Anadolu Türkçesinin yazı dili olmasında öncülük eden, Türk halk edebiyatının ilk büyük ozanı Yunus Emre'nin ilk gençlik ve tahsil yılları Selçuklu başkentinde geçmiş olmalıdır. Gölpınarlı'nın “Yunus Emre'nin Konya'da medrese eğitimi görmüş olduğu” düşüncesine katılıyoruz.

Moğol korumalığındaki Selçuklu devletinin başkenti Konya, o dönemde hâlâ yüksek din, felsefe, kültür ve sanat merkeziydi. Suhreverdi, Muhiddin-i Arabi ve Sadeddin Konevi gibi mutasavvıflar bu kentte bulunmuşlarsa da, Konya'ya damgasını vuran, hiç kuşkusuz Mevlana Celaleddin Rumi'dir.

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

İgili Makaleler

Son Makaleler

Popüler