Alevilikte Cemevi (ya da Meydanevi) bir tapınma yeridir; inanç ritüelleri orada uygulanır
Cami, cem sözcüğünden türetilmiş ve "toplanma yeri" demektir. Hemen anlaşılacağı gibi Cemevi ile aynı anlamı taşıyor. Ancak cami bu gerçek anlamından uzaklaştırılarak "Tanrı'nın evi", "Tanrı'ya dua etme (namaz kılma) mekânı", "Müslümanların tapınağı" biçiminde isimlerle kutsal görev yükletilmiştir.
İsmail Kaygusuz
Cami, cem sözcüğünden türetilmiş ve "toplanma yeri" demektir. Hemen anlaşılacağı gibi Cemevi ile aynı anlamı taşıyor. Ancak cami bu gerçek anlamından uzaklaştırılarak "Tanrı'nın evi", "Tanrı'ya dua etme (namaz kılma) mekânı", "Müslümanların tapınağı" biçiminde isimlerle kutsal görev yükletilmiştir. Kuran ayetlerinden hiçbirinde ve Muhammed'in davranışlarında görüldüğü gibi, Tanrı'nın adının anılması (Kuran 33, 41: Ey insanlar! Tanrıyı sıkça zikredin.) ve ona dua edilmesinin ne yeri ve zamanı ne de duruş biçimi belirlenmiştir.
Gece ve gündüz boyunca inananın istediği zamanda ve yerde (Kuran 73, 20: Senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını,bazan yarısını, bazan da üçte birini yatmadan ibadetle geçirdiğini...Rabbin biliyor); yatarken, otururken, at veya deve üzerinde çeşitli pozisyonlarda, hatta raksederek Tanrı'ya dua edilebilir (Kuran 3, 191: Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken Allahı anarlar...Kuran 2, 239: Eğer -herhangi birşeyden- korkarsanız, salatınızı yürüyerek yahut binmiş olarak yerine getirin...) Bir Müslümanın, kilisede ve havrada Tanrısına dua edebileceği gibi, elbette ki evinin bir köşesinde, camide ya da cemevinde bunu yerine getirmesi de olağandır. Demek ki İslamın özünde, yani Kuran ve Hadislerle kesinkes belirlenmiş cami-mescid yapısı türünden bir İslami tapınak yoktur. Eğer öyle olsaydı Ali şu sözleri söyler miydi:
"1024. Duydum ki bir cami yaptırıyormuşsun devlet hazinesinden, inşallah başaramıyacaksın.
1025. Alıp dağıttığı narların karşılığını fuhuş ile ödeyen bir kadına benzetiyorum senin şu cami yaptırma işini.
1026. Bunu anlayan insanlar ona dediler ki; bela onun üstüne olsun, ne zina işle ne de sadaka dağıt!” (Hazreti Emir Ali İbn-i Ebu Talib, Çev. Vedat Atil:, Hazreti Ali Divanı.İstanbul 1990, s. 125)
Nasıl ki Tanrı'ya dua etme-yakarma (Arapça salat, Farsça namaz), Muhammed'den sonra biçim ve kurallara bağlanmış ise, camiler de, özellikle Sünni (Hanedan) İmparatorluklarında kutsanıp, İslam tapınağı olarak birer ihtişam simgesi olmuştur.
Ortodoks İslamın geliştirip zorunlu kıldığı, Kilise ve Havra karşılığı dinsel tapınak olarak Cami kavramı, Heterodoks İslam'da yoktur. Abbasi dönemi heresiograflarının (din sapkınlığı yazarları) verdikleri bilgilere göre; Babek-Hurremiler dinsel törenlerini belirli gecelerde kırsalda, açık alanlarda kadın erkek toplu halde yapıyorlar. Orta yerde yakılmış bir ateşin çevresinde hep birlikte raksederek şarkılar söylüyorlardı. Ayrıca Babekilerin, egemen oldukları bölgelerde yaşayan Ortodoks Müslümanların köylerine -kendileri içine hiç ayak basmadıkları halde- camiler yaptırdıklarını şaşkınlık içinde yazmaktadırlar.
Nuvayri'nin Nihayat al-Arab adlı yapıtında anlattığına göre Karmatiler 891 yılında ilk kez Küfe yakınlarında ulaşılması güç bir kale inşa ettiler. Genişliği 13.44 m. olan surların çevresinde geniş hendek kazdılar. Bu kale inşaatını çok kısa bir zamanda tamamlayıp, onun içinde çok büyük bir bina yaptılar. Her yandan gelen kadın ve erkekleri ayırım yapmaksızın buraya yerleştirdiler. Adına Dar al Hicra (Göçmen Evi) diyorlardı. Daha sonra yaklaşık iki yüzyıl boyunca Karmatiler, tapınmalarını ve topluluğun sorunlarını görüştükleri toplantılarını kale ve kentlerindeki bu Dar al-Hicra'larda yaptılar.
1051 yılı kışında başkent al-Ahsa'yı ziyaret eden Nasr al-Husrev, İslam şeriatını tümüyle yadsıyan Karmatilerin, kentte yaşayan Ortodoks Müslümanların (Sünni ve Şiiler) toplu dua etmeleri için bir İranlı tüccarın Cuma camisi yaptırmasına izin verdiklerini anlatmaktadır. Görülüyor ki Heterodoks İslam, yani bu proto-Alevi toplulukları, kendileriyle birlikte yaşayan Sünnilerin inanç ve ibadetlerine engel olup, kendi düşünce ve inançlarını zorla dayatmıyorlar. Ancak propaganda ve aydınlatma yoluyla Dai'ler zaman içinde başarabilirlerse onları kendi inançlarına çeviriyorlardı.
Alevi konar-göçer Türkmenler'in Anadolu'dan bir Cem betimlemesi vardır: 13. yüzyılın ilk çeyreğinde, Baba İlyas'ın Piri Dede Garkın'ın Elbistan ovasında dörtyüz Türkmen obasının dörtyüz şeyhini, bir mürşid ve büyük Şeyh olarak topladığını ve kırk gün kırk gece Cem sürdürdüklerini, Elvan Çelebi Menakıbu'l Kudsiyye'sinde (s.16-17) anlatmaktadır. Cem süresince katılımcı şeyhler, Dar'a durarak yol içindeki eksiklikleri-noksanlıklarını dile getirip mürüvvet dilemekte. "Sürünerek huzuruna geldik, suçluyuz suçumuzu kabulettik!" demektedirler. Cem toplu tapınmasının sonunda, büyük bir keramet göstermiş bulunan Baba İlyas halife ve büyük Şeyh seçilmiştir...
Büyük İsmaili Hind ve Sind baş dai'lerinden Pir Sadruddin'in (ölm. 1416) İmam İslam Şah'ın isteği üzerine 1396 yılı içerisinde Pencap ve Kaşmir'de Gat Ganga'lar yaptırdığını biliyoruz. Hind diyalektlerindeki Gat Ganga'nın tam Türkçe karşılığı Cem Evi'dir. İsmaili Aleviler de toplu tapınmalarını camilerde değil ve Cemevi'nde yapıyorlardı. (Muhammad Umar: Islam in Northern India. Aligarh 1993: 370 vd.)
Daha sonraki yüzyıllar içinde Alevi inançlı halk toplulukları yerleşik düzene geçmiş. Bu ekonomik ve toplumsal düzenin daha alt yerleşim birimleri olan köy ve kasabalarda kurulmuş zaviye ve dergâhların Meydanevi ya da Cemevinde toplu tapınmalarını, baskıcı yönetimler yüzünden gizli olarak sürdüregelmişlerdir. Hacı Bektaş Veli Dergahı külliyesindeki Meydanevi bunun en önemli kanıtıdır.
Alevi-Bektaşilerin Heterodoks İslam olarak bir tapınma yeri vardır ve bu Cami değil, Cemevi’dir. Cemevi (ya da Meydanevi) bir tapınma yeridir; inanç ritüelleri orada uygulanır. Ama biz, inandığımız Tanrıya tapınmamızı; Tevhid’imiz, Dar’ımız, Semah’ımızla ve nefeslerimiz ve sazımızla, Kuran’ın buyurduğu gibi her yerde yaparız. Tarihsel örnekleri yukarıda verdik, meydanlarda da evlerde de uygularız inancımızın gereklerini. Başbakan, Alevileri camiye çağırıyormuş: Açınız Cuma akşamları Sultanahmet, Süleymaniye, Fatih, Selimiye...camilerinin kapılarını; sazımızla, müziğimiz ve semahlarımızla gelip toplu tapınmamız olan Cem’imizi yapmazsak, bize Alevi demesinler! Başbakan İslam dinini Sünnilik, daha doğrusu sadece Hanefi şeriatı olarak algılamaktadır. Çünkü İmamhatip Okulu ders kitaplarından öyle öğrenmiş. Daha fazlası da beklenmez...