Son Makaleler

  • YUNUS EMRE - (Alevi Önderi, Alevi Önderleri)

    Yunus Emre hakkındaki bilgiler kesin olmamakla beraber 1238 yılında doğduğu ve 1320’de hakka yürüdüğüdür şeklindedir. Anadolu’nun bir çok bölgesinde Yunus Emre’ye ait olduğu iddia edilen mezarlar vardır. Her ne kadar bazıları gizlemeye çalışsa da Yunus Emre bir Alevidir. Sanatıyla, düşüncesiyle kendinden sonraki kuşakları etkileyecek kadar büyük bir kişilik Yunus Emre, bu kişiliğe giden yolda ilk dersi büyük Alevi önderi Hacı Bektaşı Veli’den almıştır.









    Yunus Emre Anadolu’da hüküm süren Selçuklu devletinin halkı zulüm altında tuttuğu, baskılar uyguladığı ve bir de durmaksızın yinelenen Moğol saldırılarının olduğu bir dönemde yaşamıştır. Bu dönemde bir de kıtlık olunca Anadolu insanı daha da perişan oldu. Perişan olanlardan biri de Yunus Emre’ydi. Hacı Bektaşı Veli’nin yapıtlarından "Vilayetname"’de geçen anlatıma göre Yunus Emre bu kıtlık olan yılda köyünden yola çıkarak ulu Hünkâr Hacı Bektaşı Veli’nin dergâhına varıp biraz buğday isteyecekti. Giderken eli boş gitmemek için yolda heybesine alıç doldurdu. Ulu Hünkâr’ın huzuruna varıp halini anlattı. Bir kaç gün misafir kaldıktan sonra gitme vakti gelmişti. Hünkâr, Yunus’a şöyle dedi: "Buğday mı verelim nefes mi?" Yunus: "Nefesi ne edeyim, eşim çocukların aç bana buğday verin." Bunun üzerine Yunus’a buğday verdiler. Yunus dergâhtan ayrılınca yaptığı hatayı fark etti ve tekrar dergâha döndü. Halifeler durumu Hünkâr’a bildirdiler, o da: "Biz kilidin anahtarını Tapduk Emre’ye sunduk. Varsın ondan nasibini alsın." dedi. İşte asırlardır güncelliğini ve derinliğini koruyan Yunus Emre kişiliğinin başlangıç noktası burasıdır. Yunus bundan sonra yıllarca Tapduk Emre’nin dergâhında emek verir. Bu aynı zamanda eğitimdir de. Bu eğitim sonucu öğrendiklerini insanlarla paylaşmak için bütün Anadolu’yu gezer.

    YUNUS EMRE’NİN DÜŞÜNCELERİ

    Yunus Emre, vahdet-i vücut (varlığın birliği) öğretisine ulaşan bir tasavvuf felsefi yorumunu benimsemiştir. Vahdet-i vücut felsefesine göre; "Tanrıdan başka varlık yoktur. Var olan her şey onun çeşitli biçimlerde görünmesidir".

    Yunus Emre şiirlerinde insan, Tanrı, varlığın birliği, sevgi, yaşama sevinci, barış, ölüm, olgunluk, alçakgönüllülük gibi konuları dillendirmiştir. Bütün bu kavramları insanların anlayabileceği sözcüklerle yalın bir şekilde belirtmiştir.Yunus Emre’ye göre insan bir sevgi varlığıdır. Yunus Emre sevgiyi Tanrı ve onun yarattığı tüm varlıklara karşı diye yorumlar. "Yaratılanı severiz yaratandan ötürü". Sevginin amacı yüce yaratıcıyla bütünleşmektir. Sevginin olduğu yerde öfke, kırgınlık, kızgınlık olmaz. Sevginin değerini yalnız seven bilir. Sevmek bilgelik, emek, olgunluk ister. Tanrı ışığından mahrum kalmış bir gönülde sevginin yeri yoktur. Bütün varlıkları (yaratılanları) birbirine bağlayan, onları tanrısal evrene yönelten sevgidir. Yaşamak belli nesnelerle (eşyalara) sahip olmak, sadece gelip geçici varlıklar edinmek için çırpınmak değildir. Böyle bir yaşam biçimi insanı sevgiden dolayısıyla yüce yaratıcıdan uzaklaştırır.

    Yunus Emre’ye göre gerçekte ölüm yoktur. Ölüm ruhun bedenden ayrılıp yaratıcısına dönmesidir. Bu nedenle ölüm ruhla beden arasında bir ayrılıktır. Yunus Emre’yi anlamak, ondaki derin sevgiyi çözmek günümüzde yaşanan sorunları da çözmek anlamına gelir.

    Devamı..
  • TARİHSEL VERİLER IŞIĞINDA HUBYAR SULTAN & HUBYAR ABDAL

    Canlar merhaba...

    Bir radyo yayınından sonra Hubyarla ilgili bir takım düzlemlerde sıkça konuşulmaya başlanan "Tarihte 2 Hubyar vardır, yoktur!" tartışmasıyla ilgili yıllardır bu alanda nacizane araştırmalar yapan bir yol fakiri olarak bir takım görüşlerimi kısaca belirtmeyi uygun gördüm.

      Sevgili canlar, konuyla ilgili net bir görüş belirtirsek şunu söyleyebiliriz ki, "Evet, tarihte 2 Hubyar vardır."





      Gerek şahsımın bir takım tarihsel bilgi-belge, envanter gibi dökümanlar üzerinde ve Hubyar Ocağı mensupları ile görüşerek yaptığı araştırmalarda gerekse de Sn. Ali Kenanoğlu ve Aleviliğin önde gelen aydınlarından İsmail Onarlı hoca tarafından kaleme alınan "Hubyar Sultan Ocağı ve Beydili Sıraç Türkmenleri" (Bk: İstanbul / 2003)  isimli kitapta yer verildiği gibi biri Pir Hace Bektaş-ı Veli döneminde yaşayan biri de ondan yaklaşık 300 yıl sonra yaşayan 2 Hubyar söz konusudur.

      Çok basit bir mantıkla düşünürsek Hubyar'ı anlatırken hem Hace Bektaş-ı Veli ile olan ilişkisinden bahsederiz hem de 300 yıl sonra yaşamış Kanuni Sultan Süleyman'dan aldığı fermanlardan. Buradaki akıl ölçütü bile göstermektedir ki, tarihte 2 Hubyar vardır. Bu tezin karşıtı ancak, "Hubyar 400 yıl yaşadı" anti-tezi olabilir. Ki, bunu öne süren mantığı da düşünmek istemiyorum. 

      "Hubyar'ımsın dedi, sarıldı Veli"

    Hubyar'la ilgili söylenceleri şöyle bir düşünürsek, hemen hemen tüm Hubyarlılar, Hubyar Sultan'dan bahsederken onun Pir Hace Bektaş-ı Veli ile olan ilişkisinden söz ederler. Hatta geçmişte kimi Hubyar dedeleri işi biraz daha derinleştirip Pir Hace Ahmet Yesevi ile Hubyar Sultan'ın aslında aynı kişi olduklarını savlamışlardır. Fakat bu sadece bir söylenceden ibarettir, hiç bir tarihsel veri uyuşmamakta, resmi kanıtlarda böyle bir birliktelikten bahsetmemektedir.

      Hubyar Sultan'ın tarihsel sürecinden bahseden bizler, ona "Hubyar" (Farsca: Sevgili dost, can yar) ismini Hace Bektaş-ı Veli'nin koyduğunu söylemekteyiz. Gerçeği de böyledir. Horasan'da Yesevi dergahında Pir Ahmet Yesevi'nin öğrencisi Lokman Parande'den ders alan Hace Bektaş'ı Veli ve Hubyar Sultan diğer Horasan Erenleri ile birlikte Anadolu'ya gelmişlerdir. Bu süreçte o zamanki adı Suluca Karahöyük olan (Bugün Hacıbektaş ilçesi) yerde Hace Bektaş-ı Veli, Horasan Erenleri'nin piri olarak onları Anadolu'nun değişik yerlerine göndermiştir. Asıl adı "Ahmet" olan Hubyar Sultan'a da "Hubyar'ımsın" diye sarılarak onu da görevlendirmiştir. Bu gerçek, Hubyar cemlerinde "Hubyar'ımsın dedi, sarıldı Veli" isimli deyişle hâla vurgulanmaktadır. 

      Bu noktadan itibaren kurulan Hubyar Ocağını'da 2 aşamada ele alabiliriz. 

    1. Hubyar = Hubyar Sultan

      Oğuz Türkleri'ne bağlı Beydili Aşireti'nin önderi konumunda olan Hubyar Sultan, Hace Bektaş-ı Veli'nin görevlendirmesi ile Selçuklu Sultan'ı Alaaddin Keykubat'la birlikte Alanya Kalesi'nin fethine de karışmış ve daha sonra Anadolu'nun iç kesimlerine gelerek kendisi ile birlikte Horasan'dan Anadolu'ya gelen bir diğer Horasan Ereni olan Yalıncak Sultan'ın (1) kızı Gönül Ana (2) ile evlenmiştir. 13. Y.Y. sonlarında Hakka yürüyen Hubyar Sultan’ın Musa isminde bir oğlu vardır.  Musa'nın Mustafa isminde bir çocuğu dünyaya gelir. Mustafa'nın da Ahmet adında bir oğlu olur. Tarihte "Yar Ahmet" diye bilinen bu kişi Hubyar Abdal'ın da babasıdır. Yani silsile, Hubyar Sultan => Musa => Mustafa => Yar Ahmet => Hubyar Abdal şeklinde ilerler. 

    2.  Hubyar = Hubyar Abdal, Hubyar Derviş

    Yaklaşık rakamlar olarak 1500 – 1582 yılları arasında yaşadığı varsayılan Hubyar Abdal 1530'lu yıllarda Gürgençukuru'na gelerek Otağını kurmuş, burada Dergahını da faaliyete geçirmiştir.  Hubyar Abdal 1562 yılında Kanuni Sultan Süleyman’dan ferman alarak Gürgençukuru bölgesinin kendisine vakfedilmesini (3) sağlamıştır. Gürgençukuru bölgesinde Dergah işlerini yürüten Hubyar Abdal kendisine bağlı Beydili aşiretini de buradan yönetmiş ve Anadolu’da ki kimi Alevi ayaklanmalarında da yer almıştır. Tarihi verilerde "Baba Zünnun Ayaklanması" olarak bilinen Tokat - Amasya yöresinde yer alan ayaklanmayı yapan Baba Zünnun'un danıştığı bir akıl hocası olarak bilinen Hubyar Abdal o süreçte Dergahından kalkarak Kazova bölgesine kadar gelmiştir. Bugün Turhal Çaylı Beldesi'nde bulunan "Hubyar Kuyusu"ndan da asası ile suyu o tarihlerde çıkardığı öngörülmektedir.

      1582 yılında Hakka yürüyen Hubyar Abdal’ın Mustafa isminde bir oğlu dünyaya gelmiştir. Hubyar Abdal’dan sonra postnişinlik makamına oturan Mustafa’nın da Deydiyar ve Buynat isminde iki oğlu bulunmaktadır. Buynat’ın bu gün Ukrayna sınırları içerisinde bulunan Kazan şehrine gittiği kimi söylencelerde yer alırken Hubyar köyünü oluşturan ailelerinse Deydiyar’ın  (öl: 1671) soyundan geldiği Hubyarlılarca bilinmektedir. Üç çocuğu bulunan Deydiyar’ın oğullarından büyük oğlu Hüseyin Abdal aşıklık, ortanca oğlu Saçlı Ali talip köylerini gezerek dedelik ve küçük oğlu Kenan Şeyh ise Tekke’de durarak postnişinlik görevlerini yerine getirmişlerdir.           

    Dipnotlar:

    (1) Türbesi Hafik'in Yalıncak köyünde olan Yalıncak Sultan, ülkenin her tarafında Türkçe konuşulup, Farsça ve Arapçayı yasaklayan Karamanoğlu Mehmet Bey'in yakınıdır. Mehmet Bey'in diğer Anadolu Beyliklerine nazaran Türk ve Türkçe konularına bu kadar duyarlı olmasının temel nedeni olarak aslen Alevi olması öngörülmektedir.

    (2) Hubyar Sultan'ın eşi Gönül Ana'nın mezarı Tekeli Dağı'nda Dokuzlar'ın eteklerinde yer almaktadır. Bu mezar bir kaç yıl evvel Ahmet Kantekin'in tarafından daha belirgin hale getirilerek adına yakışır bir yer haline büründürülmüştür.

    (3) Faaliyetlerine 2006 yılında yeniden başlayan Hubyar Vakfı aslında 500 yıllık bir geçmişe dayanmaktadır. O tarihlerde ülkenin tamamı Osmanlı hânedan ailesinin malı sayılırken bir yerin devlet elinden çıkıp şahıslara verilmesi sözkonu değildi. Sadece kurulu bulunan vakıflara araziler vakfedilebiliyordu.

    Geçmiş büyüklerimizin sık sık vurguladığı "Hubyarlılar değirmende sıra beklemez, askere alınmaz, vergi vermezmiş" gibi sözleri gerçeği yansıtmaktadır. Gerçekten de Kanuni Sultan Süleyman tarafından o dönem de Hubyar Abdal'a verilen bir ferman vesilesiyle Hubyarlılar bu görevlerden muaf tutulmuştur. Bu süreç, Osmanlı padişahı 2. Mahmut'un Hace Bektaş Dergahı'na bağlı Yeniçeri Ocağını kapatarak diğer Alevi Dergahlarına da Nakşibendi Şeyhlerini atadığı 1820 yılına dek sürmüştür. O tarihte Hubyar Dergahı'da bu sistemli asimilasyondan parçasını almış Hubyar Vakfı'nın faaliyetlerine son verilerek Dergah'a da bir Nakşi Şeyhi atanmıştır.

    Devamı..
  • HUBYAR / HUBYAR SULTAN - (Alevi Önderi, Alevi Önderleri)

    Tarihsel veriler incelendiğinde görülmektedir ki, geçmiş de 2 Hubyar vardır. İlki 13. Y.Y.'da yaşayan Hubyar Sultan, Pir Ahmet Yesevi Dergahı'nda Lokman Parende'nin öğrencesi olarak yetişmiş ve Hace Bektaş-ı Veli ile birlikte Anadolu'ya gelmiştir. İkinci Hubyar ise, resmi kayıtlarda da Hubyar Abdal olarak geçen kişidir. 1500'lü yıllarda yaşayan Hubyar Abdal'ın türbesi Tokat Almus Hubyar Köyü'ndedir. Her iki Hubyar'da bu türbe üzerinde toplum nezdince birleştirilmiş, türbeyi ziyarete gelen kişiler türbeyi hem Hubyar Sultan hem de Hubyar Abdal niyetine ziyaret etmiştir.





    1. HUBYAR / HUBYAR SULTAN 

       Bu konuyu aktarmadan önce bir şeyi kesin bir dille aktaralım ki, tarihte 2 Hubyar vardır. 1. Hubyar Sultan 13.Yy.’da yaşayan ve Hace Bektaş-ı Veli ile birlikte Anadolu’yu irşat etmek için gelen Hubyar, 2. Hubyar ise ondan yaklaşık 250-300 yıl sonra yaşayan ve Hubyar Sultan’ın soyundan gelen Hubyar Abdal. Hubyar Abdal’a “Hubyar Abdal” öbeğinde değiniyoruz.

       Hubyar'la ilgili söylenceleri şöyle bir düşünürsek, hemen hemen tüm Hubyarlılar, Hubyar Sultan'dan bahsederken onun Pir Hace Bektaş-ı Veli ile olan ilişkisinden söz ederler. Hatta geçmişte kimi Hubyar dedeleri işi biraz daha derinleştirip Pir Hace Ahmet Yesevi ile Hubyar Sultan'ın aslında aynı kişi olduklarını savlamışlardır. Fakat bu sadece bir söylenceden ibarettir, hiç bir tarihsel veri uyuşmamakta, resmi kanıtlarda böyle bir birliktelikten bahsetmemektedir.

       Hubyar Sultan, Ahmet Yesevi ekolü mensubu Horasan Alp-Erenlerinden ulu bir Batınî babası olup, Türkmen Alevi Dede Ocağı kurucusudur

    Birleşik bir kelime olan Hûbyâr’ın iki anlamı vardır. Hû: Allah anlamındadır. Hûb: güzel, hoş, iyi demektir. Yâr: yârân, dost, sevgili, ahbab, mahbûb, muhibb ifade etmektedir. Hûbyâr ise birincisi dünyevi anlamda “Güzel Dost” demektir.Türkmence; Huday (Hudaay): Allah, Hüda. Hudayyolı (Hudayyoolı): Allah için kesilen kurban. . Demektir ki eski Orta-Asya Türkçesinde ve lehçelerinde aynı anlamlara gelen benzer kelimeler vardır. İkincisi ise manevi anlamda “Allah’ın sevgilisi”, “Allah’ın Güzel Dostu” ya da “Hakk Ereni”ni, Allah yolunda başını (serini) kurban etmeye hazır, kamil insanı ifade eder ki; Alevilerde bu manada “Hubyar Sultan”ı telakki etmişlerdir.

     

       Hubyar Sultan'ın tarihsel sürecinden bahseden bizler, ona "Hubyar" (Farsca: Sevgili dost, can yar) ismini Hace Bektaş-ı Veli'nin (1209/10-1271/3) koyduğunu söylemekteyiz. Gerçeği de böyledir. Horasan'da Yesevi dergahında Pir Ahmet Yesevi'nin öğrencisi Lokman Parande'den ders alan Hace Bektaş'ı Veli ve Hubyar Sultan diğer Horasan Erenleri ile birlikte Anadolu'ya gelmişlerdir. Bu süreçte o zamanki adı Suluca Karahöyük olan (Bugün Hacıbektaş ilçesi) yerde Hace Bektaş-ı Veli, Horasan Erenleri'nin piri olarak onları Anadolu'nun değişik yerlerine göndermiştir. Asıl adı "Ahmet" olan Hubyar Sultan'a da "Hubyar'ımsın" diye sarılarak onu da görevlendirmiştir. Bu gerçek, Hubyar cemlerinde "Hubyar'ımsın dedi, sarıldı Veli" isimli deyişle hâla vurgulanmaktadır.

    Oğuz Türkleri'ne bağlı Beydili Aşireti'nin önderi konumunda olan Hubyar Sultan, Hace Bektaş-ı Veli'nin görevlendirmesi ile Selçuklu Sultan'ı Alaaddin Keykubat'la birlikte Alanya Kalesi'nin fethine de karışmış ve daha sonra Anadolu'nun iç kesimlerine gelerek kendisi ile birlikte Horasan'dan Anadolu'ya gelen bir diğer Horasan Ereni olan Yalıncak Sultan'ın (1) kızı Gönül Ana (2) ile evlenmiştir. 13. Y.Y. sonlarında Hakka yürüyen Hubyar Sultan’ın Musa isminde bir oğlu vardır. Musa'nın Mustafa isminde bir çocuğu dünyaya gelir. Mustafa'nın da Ahmet adında bir oğlu olur. Tarihte "Yar Ahmet" diye bilinen bu kişi Hubyar Abdal'ın da babasıdır. Yani silsile, Hubyar Sultan => Musa => Mustafa => Yar Ahmet => Hubyar Abdal şeklinde ilerler.

     

     

    Dipnotlar:

    (1) Türbesi Hafik'in Yalıncak köyünde olan Yalıncak Sultan (1283) , ülkenin her tarafında Türkçe konuşulup, Farsça ve Arapçayı yasaklayan Karamanoğlu Mehmet Bey'in (1277) yakınıdır. Mehmet Bey'in diğer Anadolu Beyliklerine nazaran Türk ve Türkçe konularına bu kadar duyarlı olmasının temel nedeni olarak aslen Alevi olması öngörülmektedir.

    (2) Hubyar Sultan'ın eşi Gönül Ana'nın mezarı Tekeli Dağı'nda Dokuzlar'ın eteklerinde yer almaktadır. Bu mezar bir kaç yıl evvel Ahmet Kantekin'in tarafından daha belirgin hale getirilerek adına yakışır bir yer haline büründürülmüştür.

    2. HUBYAR / HUBYAR ABDAL 

    Halk arasında Hubyar Devletlü, Hızır Hubyar, Hubyar Baba, Hubyar Derviş olarak adlandırılmaktadır.

    Birleşik bir kelime olan Hûbyâr’ın iki anlamı vardır. Hû: Allah anlamındadır. Hûb: güzel, hoş, iyi demektir. Yâr: yârân, dost, sevgili, ahbab, mahbûb, muhibb ifade etmektedir. Hûbyâr ise birincisi dünyevi anlamda “Güzel Dost” demektir.Türkmence; Huday (Hudaay): Allah, Hüda. Hudayyolı (Hudayyoolı): Allah için kesilen kurban. Demektir ki eski Orta-Asya Türkçesinde ve lehçelerinde aynı anlamlara gelen benzer kelimeler vardır. İkincisi ise manevi anlamda “Allah’ın sevgilisi”, “Allah’ın Güzel Dostu” ya da “Hakk Ereni”ni, Allah yolunda başını (serini) kurban etmeye hazır, kamil insanı ifade eder ki; Alevilerde bu manada “Hubyar Sultan”ı telakki etmişlerdir.

    Hubyar Köyü’nde tarihsel olarak Beydili Sıraç topluluklarına ve Hubyar Dede Ocağı’na damgasını vuran Hubyar adında iki zat vardır. I.Hubyar Sultan 13.yüzyılda, II.Hubyar Abdal 16.yüzyılda yaşamıştır. İki Hubyar’ın yaşam öyküsü, rivayetleri, menkıbeleri, kerametleri, ozanların deyişleri birbirine karışmıştır. I. Hubyar Sultan’ın konar – göçer bir şekilde zaman zaman geldiği Ormanlık yöre kutsal kabul edilmektedir.Kendi adıyla anılan bugünkü Hubyar Köyü’nü kuran II.Hubyar Abdal ise Horasan’dan gelen Hubyar Sultan’ın torunlarındandır.

    I.Hubyar Diye de bildiğimiz ve 13.yy da yaşayan Hubyar Sultan’ ın tam olarak ne zaman ve nerede öldüğü bilinmemektedir.

    Yaklaşık rakamlar olarak 1500 – 1582 yılları arasında yaşadığı varsayılan Hubyar Abdal 1530'lu yıllarda Gürgençukuru'na tamamen yerleşerek Otağını kurmuş, burada Dergahını da faaliyete geçirmiştir. Hubyar Abdal 1562 yılında Kanuni Sultan Süleyman’dan ferman alarak Gürgençukuru bölgesinin kendisine vakfedilmesini (1) sağlamıştır. Gürgençukuru bölgesinde Dergah işlerini yürüten Hubyar Abdal kendisine bağlı Beydili aşiretini de buradan yönetmiş ve Anadolu’da ki kimi ayaklanmalarda da yer almıştır. Tarihi verilerde "Baba Zünnun Ayaklanması" (1527) olarak bilinen Tokat - Amasya yöresinde yer alan ayaklanmayı yapan Baba Zünnun'un danıştığı bir akıl hocası olarak bilinen Hubyar Abdal o süreçte Dergahından kalkarak Kazova bölgesine kadar gelmiştir. Bugün Turhal Çaylı Beldesi'nde bulunan "Hubyar Kuyusu"ndan da asası ile suyu o tarihlerde çıkardığı öngörülmektedir.

    1582 yılında Hakka yürüyen Hubyar Abdal’ın Mustafa isminde bir oğlu dünyaya gelmiştir. Hubyar Abdal’dan sonra postnişinlik makamına oturan Mustafa’nın da Deydiyar ve Buynat isminde iki oğlu bulunmaktadır. Buynat’ın bu gün Ukrayna sınırları içerisinde bulunan Kazan şehrine gittiği kimi söylencelerde yer alırken Hubyar köyünü oluşturan ailelerinse Deydiyar’ın (öl: 1671) soyundan geldiği Hubyarlılarca bilinmektedir. Üç çocuğu bulunan Deydiyar’ın oğullarından büyük oğlu Hüseyin Abdal aşıklık, ortanca oğlu Saçlı Ali talip köylerini gezerek dedelik ve küçük oğlu Kenan Şeyh ise Tekke’de durarak postnişinlik görevlerini yerine getirmişlerdir.

    Hubyar Abdal’ın Türbesi Tokat Almus Hubyar Köyündedir. Bu türbenin nezdinde her iki Hubyar bir kabul edilmiş ve dua ve kurbanlar buraya sunulmaktadır.

    Hubyar Abdal Hubyar Köyünde bir Tekke kurarak taliplerine ve gelip geçenlere aş imkanı sağlamıştır. Buraya kurduğu Dergahta yetişen Dedeleriyle Kızılbaş Beydili Sıraç Türkmenlerine hizmet etmiş onların birliğini ve dirliğini temin etmiştir.

    Dipnot: (1)

    Faaliyetlerine 2006 yılında yeniden başlayan Hubyar Vakfı aslında 500 yıllık bir geçmişe dayanmaktadır. O tarihlerde ülkenin tamamı Osmanlı hânedan ailesinin malı sayılırken bir yerin devlet elinden çıkıp şahıslara verilmesi sözkonu değildi. Sadece kurulu bulunan vakıflara araziler vakfedilebiliyordu. Geçmiş büyüklerimizin sık sık vurguladığı Hubyarlılar değirmende sıra beklemez, askere alınmaz, vergi vermezmiş gibi sözleri gerçeği yansıtmaktadır. Gerçekten de Kanuni Sultan Süleyman tarafından o dönem de Hubyar Abdal'a verilen bir ferman vesilesiyle Hubyarlılar bu görevlerden muaf tutulmuştur. Bu süreç, Osmanlı padişahı 2. Mahmut'un Hace Bektaş Dergahı'na bağlı Yeniçeri Ocağını kapatarak diğer Alevi Dergahlarına da Nakşibendi Şeyhlerini atadığı 1820 yılına dek sürmüştür.


    Murat KANTEKİN

    Hubyar VAKFI Kurucular Kurulu (Mütevelli Heyeti) Üyesi

    Gazeteci – Yazar

    Devamı..
  • MAKAMI SIR OLAN KOCA KUL HİMMET

    Türk halk şairi. Pir Sultan Abdal’ın izinden gitmiştir.

    Yaşamı üstüne bilgi çok azdır. Son araştırmalar Tokat’ın Almus ilçesine bağlı Varzıl (şimdi Görümlü) köyünden olduğunu, mezarının aynı yerde bulunduğunu ortaya koymuştur. Pir Sultan Abdal’ın müridlerindendi. Siyasal olaylara karıştı, İran’a giderek Şah Taşmasp’la ilişki kurdu. Pir Sultan Abdal’ın Sıvas’ta asılmasından sonra onun mücadelesini sürdürdü. Bir kaynağa göre de, Şii Safevi Devleti’nin Anadolu’da egemen olması için Osmanlılara karşı çalıştı. Kul Himmet Alevi-Bektaşi Türk halk edebiyatının en ünlü şairlerindendir. Ustası Pir Sultan Abdal’ın çizgisini izlemiş, onun etkisi altında kalmıştır. Böyleyken nefeslerinde kendi havasını koruduğu, güçlü bir şair oldu görülür. Günümüze ulaşan yaygın ünü, “ayn-ı cem”lerde şiirlerinin okunması da bunu kanıtlamaktadır. Şiirlerindeki didaktik hava hemen görülse de ince bir lirizm, içli bir söyleyiş dinleyeni sarsar. Bütün önemli zümre şairleri gibi onun da geniş bir din, tarikat  ve tarih bilgisine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Alevi ve Bektaşiler’ e ilişkin terimlere, Ali, Musa, Tur dağı, İsrafil, Mikail, Hüseyin gibi adlara şiirlerinde sıkça rastlanır.

    Devamı..

Son Makaleler

Popüler