Yunus Emre Konya'daki Mevlana Meclislerinden Kaçıp Halka Yönelmiştir
Yunus, medrese eğitimi yıllarında, İran dilinin Anadolu'daki büyük ozanı ve Sünni mutasavvıfı Mevlana'ya, onun görkemine ve görkemli yaşamına hayranlığını, onunla karşılaşmasını belirleyen şiirinde dile getiriyor. Mevlana'ya büyük bir dost olarak yaklaşıyor.
Bu şiirde Mevlana Hüdavendigar bize nazar kılalu
Onun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır
derken, olasıdır ki, Mevlana'nın aleyhinde konuşmuş olan Geyikli Baba'yı bile kınamaktadır:
Geyiklinin ol Hasan söz ayıtmış kendinden
Kudret dilidir söyler kendinin sözü değil
- Miskin ol bre miskin gide senden kibr ü kin
- Rüzgardır gelip geçer pes kime ne kalasıdır
- Müzik ve sazdan konuşurken, Yunus'un Mevlana'nın saz ve eğlence sohbetlerinde bulunduğuna dair bir ima varsa da, duyduklarını da söylemiş olabilir:
Ey kopuz ile çeşte aslın nedir bu işte
Sana sual sorarım aydiver bana işte
- Aydır ki aslım ağaç koyun kirişi birkaç
- (...)
- Mevlana sohbetinde saz ile işret oldu
Arif ma'niye daldı gün biledir ferişte
Yunus, bu gençlik ve tahsil yıllarında adeta şeriat dindarıdır. Öyle ki, “Müslüman kişinin şeriatın koşullarını yerine getirmesi ve beş vaktini şaşırmadan kılması gerektir, yoksa ona Müslüman denmez”, diyor. Bununla da kalmıyor, kıyamet gününde sorulacak soruları yanıtlayabilmek için Arap dilinin öğrenilmesi gereğine bile inanıyor. Demek ki Konya medreselerinde bunlar öğretiliyormuş. Şu beyitler, yazımızın başlarında verdiğimiz şiirlerine taban tabana zıt. Sanki Yunus'un elinden çıkmamış:
Müslümanım diyen kişi şartı nedir bilse gerek
Tangrının buyruğun tutup beş vakt namaz kılsa gerek
- Tanla durup başın kaldır ellerini suya daldır
- Tamudan azatlı oldur kullar azad olsa gerek
- (...)
Herkim Müslüman olmadı beş vakit namaz kılmadı
Bil ki müslüman olmayan ol tamuya girse gerek
(...)
İki ferişteh ine gele karşıma dura
Günahlarını yaza boynuna biti
- Günahların tartalar andan sırat edeler
- Zebaniler tutalar figanlar olur katı
- (...)
Evvel bize vacip budur iyi hulku amel gerek
İslam adı konucağız yoldaşımız iman gerek
- İsrafil surun urunca cümle mahluk uyanınca
- Sorgu hesap sorulunca Arap dili bilmek gerek
- Bununla birlikte Yunus giderek aşk deryasına dalıyor ve orada kendini aramaya başlıyor. Oysa, akıllı uslu biridir, herkes kendisine “çok iyisin” demektedir.
Bu kendini arayışın başkaldırısı içinde Yunus Mevlana ve çevresini terk eder. Artık onlarla zıtlaşmaya başlamıştır. Melamet yolunun ve batıniliğin açık belirtileri içerisinde, o çevrenin çok küçümsediği ve kaba bulduğu Türk diliyle şiirler yazmaktadır. Hem kendisini ve hem de Mevlana ve çevresini eleştirmeye başlamıştır. Okumaya başladığı aşk kitabını denizler dolusu mürekkebin yazamıyacağını ileri sürmekte, oruç-namaz yerine içki içmeyi ve seccade üzerinde saz dinlemeyi tercih etmektedir. Kısacası Konya minaresini “sivri uçlu bir çuvaldız” olarak görmekte ve büyük rahatsızlık duymaktadır. İnsanların ve toplumun dertleri onu ilgilendirmeye başladığından “Konya rahatlığı”ndan nefret etmektedir.
Gölpınarlı'nın kabul etmemesine rağmen genç Yunus, yaşlı Mevlana ile tartışmış ve onu şu tek beyitle dize getirmiştir:
Et ü deri büründüm geldim size göründüm
Adem adın urundam uşde zuhura geldim
Aralarındaki tartışma sırasında Mevlana, büyük bilgeliğini göstermek için koca Mesnevi’sini ortaya koyunca, Yunus evirir çevirir, sonra yukarıdaki beyiti (ya da değişikliğe uğramış olarak, “ete kemiği büründüm / Yunus deyu göründüm” beyitini) söyleyerek Mevlana'nın kitabını iki küçük dizenin içine sığdırıverir.
Gerçekten aralarında bir tartışma olmasaydı, halkın bilincinde bu geleneksel öykü yaratılamazdı. Düşünelim, Mevlana Yunus'un şu şiirine hiç tahammül edebilir miydi?
Ey bana eyi diyen benim kamudan yavuz
Alnımı ay bilirüm bu gözlerimi yılduz
- Bu vücudum şehrinde buçuk pulluk ıssım yok
- Amelim mahalleri ser be ser kalmış ıssız
- Hücre ne bucakta Hakka layık amel yok
Kimde derd ü firak var kimlerde eserlü söz
- Halk hep ayağın durur ben seğirttim oturdum
- Geçtim sedir yerine döşek kalın yerim düz
- Bunun için salusluk çünkim elime girdi
Artık n'işime yarar derd ü firak ah ü sız
- Ben bir kitab okudum kalem yazmadı anı
- Mürekkeb eylerisem yetmeye yedi deniz
- Ben oruç namaz içün suci içtim esridim
Tesbüh-ül seccadeyçün dinledim çeşte kopuz
- Yunus'un bu sözünden sen ma'ni anlar isen
- Konya minaresinü göresün bir çuvalduz
- Öyle anlaşılıyor ki, Yunus Konya'yı, Sünni İslam şeriatının tüm bilgileriyle donanmış olmakla birlikte, tasavvufun içerisine balıklamasına dalmış olarak terketmiştir.
Yunus, yaldızlı bir yaşam içinde, vezirlerle sultanlar ve sultan karılarıyla yüzyüze dizdize oturan, bir dediği iki edilmeyen, Türkler için en kaba sözcükleri kullanarak onları horlayan, daima güçlünün yanında durarak “gel, sen de gel, kim olursan ol” derken beyleri, emirleri, tekfurları ve basilleri çağıran Mevlana'nın tasavvuf anlayışına karşı çıkmıştır. Bir duygu denizi içerisinde tanrısı ile ülfet eden, ama günlük yaşamının cinsel ayrıntılarını bile terennüm etmekten çekinmeyen, bireyci üstünlüğünün, sevilmişliğinin zevkini çıkaran Mevlana ile görüş ve yaşam biçimi ayrılığına düşmüştür.
Yunus'un:
Hücre ne bucakta Hakka layık amel yok
Kimde derd ü firak var kimülerde eserli söz
- Halk hep ayağın durur ben seğirttim oturdum
- Geçtim sedir yerine döşek kalın yerim düz
- biçimindeki söylemleri, mutlaka Mevlana'yı çileden çıkartıyordu. Çünkü Mevlana için zaman öyle bir zamandır ki, istediğini söylemekte ve yapmakta, coşku içinde sema dönmektedir. Mevlevi yazar Ahmet Eflaki'nin, Mevlana'dan seksen küsur yıl sonra yazmış olduğu Ariflerin Menkıbeleri adlı kitabında, oğlu Sultan Veled'in ağzından “Mevlana için zamanın güzelliğini” vurgulaması oldukça ilginçtir.
Konya ve Kayseri surları dışında ezilmekte olan halk yığınları ve Anadolu Selçuklu devletinin Moğol imparatorluğunun bir uç ili haline dönüşmüş olması, Mevlana'yı ve oğlunu hiç ilgilendirmiyordu. Sultan Veled babasına bir sohbet anında şöyle diyor:
- “Bu zaman ne güzel bir zamandır, bütün insanlar samimidir inançlıdır. İnkarcılar varsa da güçleri yoktur!”
Mevlana, “Bahaaddin neden söylüyorsun bunu?” diye sorunca,
- “Şundan dolayı,” diye karşılık veriyor oğlu, “önceki zamanlarda, 'Enel hak' dediği için Hallacı Mansur'u dârağacına çektiler. Onca ulu şeyhi öldürdüler. Tanrıya hamdolsun! Zamanımızda babamız Mevlana Hüdavendigar'ın her beyitinde 'Ben Allahım ve tesbih edilmeye, zikredilmeye layığım' sözü vardır, ama kimse ağzını açıp da bir şey demiyor!”
Mevlana'nın buna yanıtı tam kendi şanına uygun:
- “Onların makamı âşıklar makamıydı oğlum, âşıklar belalara düşkün olurlar. Bizim makamımız ise maşukluk (sevilmeklik) makamıdır!”
Görüldüğü gibi Küçük Asya, yani Anadolu halkları için bir felaket olan dönem, Mevlana ve çevresi için mutlu bir dönemdir. Devletin, iktidar ve yöneticilerin yanında olmak budur. “Devlet sanatçısı” diye işte böylelerine denir. Ama Yunus Emre'mize bunu diyemezsiniz, o halkın ozanıdır.
Yunus, şiirlerinde “suçlandığını” söylüyor. Yetmişiki millete hoşgörü içinde ve bir gözle baktığı için ve taatı, yani şeriat tapınmalarını terk ettiği için suçlu görülmektedir. Ama o hiç üzülmüyor, çünkü Konya çevresinde ihaneti iyi tanımıştır. O artık varlıksızın, yoksulun, emeğin ve emekçinin yanındadır. “Yunus zalimlere karşı ve yetmiş iki milletin ayak türabı. Halk yığınlarının sanatçısı”dır o. Bunlar bizim yakıştırmamız değildir, şiirlerinden okuyacağız:
Kemdürür yoksulluktan nicelerin varlığu
Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı
- Süleyman zembil ördü kendi emeğin yerdi
- Onun ile bildilar onlar berhudarlığı
- (...)
Dürüst kazan ye yedir bir gönül ele getir
Yüz Kabeden yeğrektir bir gönül ziyareti
- Uslu değil delidir Halka salusluk satan
- Nefsin Müslüman etsin var ise kerameti
- (...)
Biz kime âşık isek alemler ona âşık
Kime değil diyelim bir kapıdır bir tarık
- Yetmiş iki millete kurban ol âşık isen
- Ta âşıklar safında tamam olasın âşık
- (...)
Bir çeşmeden sızan su acı tatlı olmaya
Edeptir bize yermek bir lüleden sızarım
- Yetmiş iki millete suçum budur hak dedim
- Korku hiyanettedir ya ben niçin kızarım
- (...)
Yayıldı Yunus adı suçludur kamu taatı
Padişah inayeti suçun geçüre meger
Görülüyor ki, Yunus Emre, düşünce ve inançlarından ötürü suçlanmış, kovuşturmaya uğramıştır. Padişahtan da inayet filan gelmemiştir.